Noktalama İşaretleri (Açıklamalar) Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere noktalama işaretleri kullanılır. Noktalama işaretlerinden nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta, soru, ünlem, tırnak, ayraç ve kesme işaretleri ait oldukları kelimelere bitişik olarak yazılır ve kesme dışındaki işaretlerden sonra bir harf boşluğu ara verilir. Nokta ( . ) 1. Cümlenin sonuna konur: Türk Dil Kurumu, 1932 yılında kurulmuştur. Saatler geçtikçe yollara daha mahzun bir ıssızlık çöküyordu. (Reşat Nuri Güntekin) 2. Bazı kısaltmaların sonuna konur: Alb. (albay), Dr. (doktor), Yrd. Doç. (yardımcı doçent), Prof. (profesör), Cad. (cadde), Sok. (sokak), s. (sayfa), sf. (sıfat), vb. (ve başkası, ve benzeri, ve benzerleri, ve bunun gibi), Alm. (Almanca), Ar. (Arapça), İng. (İngilizce) vb. 3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için konur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci); II. Mehmet, XIV. Louis, XV. yüzyıl; 2. Cadde, 20. Sokak, 4. Levent vb. 4. Arka arkaya sıralandıkları için virgülle veya çizgiyle ayrılan rakamlardan yalnızca sonuncu rakamdan sonra nokta konur: 3, 4 ve 7. maddeler; XII ? XIV. yüzyıllar arasında vb. 5. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra konur: I. 1. A. a. II. 2. B. b. 6. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 29.5.1453, 29.X.1923 vb. UYARI: Tarihlerde ay adları yazıyla da yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453, 29 Ekim 1923 vb. 7. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Tren 09.15?te kalktı. Toplantı 13.00?te başladı. Tören 17.30?da, hükûmet daireleri kapandıktan yarım saat sonra başlayacaktır. (Tarık Buğra) 8. Kitap, dergi vb.nin künyelerinin sonuna konur: Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK Yayınları, Ankara, 1960. 9. Dört ve dörtten çok rakamlı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve araya nokta konur: 1.000, 326.197, 49.750.812 vb. 10. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.gov.tr 11. Matematikte çarpma işareti yerine kullanılır: 4.5=20, 12.6=72 vb. Virgül ( , ) 1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur: Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum. (Halide Edip Adıvar) Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller (Faruk Nafiz Çamlıbel) Zindana atılan mahkûmlar gibi titreşerek, haykırarak geri geri kaçmaya uğraşıyorduk. (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa İstanbul yolunu tutar. (Ömer Seyfettin) 2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Umduk, bekledik, düşündük. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 3. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan özneyi belirtmek için konur: Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 4. Cümle içinde ara sözleri veya ara cümleleri ayırmak için ara sözlerin veya ara cümlelerin başına ve sonuna konur: Zemin bu kadar koyu bir kırmızıya dönüşünce, bir an için de olsa, belirginliğini yitiriverdi sivilceleri. (Elif Şafak) Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Atatürk) 5. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur: Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Haşim) 6. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerinden sonra konur: Adana?ya yarın gideceğim, dedi. Aç karnına sigara içmekle hiç de iyi etmiyorsun, dedi. (Necati Cumalı) 7. Konuşma çizgisinden sonraki alıntı cümlesinin bitimine konur: ? Bu akşam Datça?ya gidiyor musunuz, diye sordu. 8. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur: Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey?e, ? Bu anahtar köşkü de açar, dedi. (Ömer Seyfettin) 9. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, başüstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur: Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz. Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor. (Yahya Kemal Beyatlı) 10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek ve anlam karışıklığını önlemek için kullanılır: Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil) Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin) 11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur: Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Atatürk) Sayın Başkan, Sevgili Kardeşim, Değerli Arkadaşım, 12. Sayıların yazılışında kesirleri ayırmak için kullanılır: 38,6 (otuz sekiz tam, onda altı), 0,45 (sıfır tam, yüzde kırk beş) 13. Metin içinde art arda gelen zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra konur: Ancak yemekte bir karara varıp, arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu. UYARI: Metin içinde zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra virgül konmaz: Cumaları bahçede buluştukça kıza kendisinin adi bir mektep talebesi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. (Halide Edip Adıvar) Şimdiye dek, ben kendimi bildim bileli kimse Değirmenoluk köyünden kaçıp da başka köyde çobanlık, yanaşmalık etmedi. (Yaşar Kemal) Meydanlığa varmadan bir iki defa İsmail kendisini gördü mü diye kahveye baktı. (Necati Cumalı) 14. Özne olarak kullanıldıklarında bu, şu, o zamirlerinden sonra konur: Bu, benim gibi yazarlar için hiç kolay olmaz. O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı. (Tarık Buğra) 15. Kitap, dergi vb.nin künyelerinde yazar, eser, basımevi vb. maddelerden sonra konur: Falih Rıfkı ATAY, Tuna Kıyıları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1938. Yazarın soyadı önce yazılmışsa soyadından sonra da virgül konur: ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara, 1958. UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut, ya ? ya bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz: Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik?e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa) Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül! (Yahya Kemal Beyatlı) UYARI: Tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz: Hem gider hem ağlar. Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü) Gerek nesirde gerek nazımda yeni bir söyleyişe ulaşılmıştır. Siz ister inanın ister inanmayın, bir gün bile durmam. Ne kız verir ne dünürü küstürür. Bu kurallar bugün de yarın da geçerli olacaktır. UYARI: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da / de bağlacından sonra virgül konmaz: İmlamız lisanımız düzelince, lisanımız da kafamız düzelince düzelecek çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil! (Yahya Kemal Beyatlı) UYARI: Metin içinde -ınca / -ince anlamıyla zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi ekinden sonra virgül konmaz: Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense. (Orhan Kemal) Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın. (Attila İlhan) UYARI: Şart ekinden sonra virgül konmaz: Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı. (Reşat Nuri Güntekin) Gör gözlerinle de aklın yatarsa anlatıver millete. (Tarık Buğra) Noktalı Virgül ( ; ) 1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur: Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir. Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; Ankara, Londra, Bakü. 2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır. (Atasözü) 3. İkiden fazla eş değer ögeler arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir: Yeni usul şiirimiz; zevksiz, köksüz, acemice görünüyordu. (Yahya Kemal Beyatlı) İki Nokta (: ) 1.Kendisiyle ilgili örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem. 2. Kendisiyle ilgili açıklama verilecek cümlenin sonuna konur: Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. (Atatürk) Kendimi takdim edeyim: Meclis kâtiplerindenim. (Falih Rıfkı Atay) 3. Ses bilgisinde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, ka:til, usu:le, i:cat. 4. Karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişiyi belirten sözlerden sonra konur: Bilge Kağan: Türklerim, işitin! Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin? Koro: Göğe erer başımız başınla senin! Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye gece uyumadım, gündüz oturmadım. Türklerim Bilge Kağan der bana. Ben her şeyi onlar için bildim. Nöbetteyim! (A. Turan Oflazoğlu) 5. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur: ? Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda? Ziraatçı sayar: ? Yulaf, pancar, zerzevat, tütün? (Falih Rıfkı Atay) 6. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.gov.tr 7. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7, 100:2=50 vb. Üç Nokta ( ? ) 1. Anlatım olarak tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur: Ne çare ki çirkinliği hemencecik ve herkes tarafından görülüveriyordu da bu yanı? (Tarık Buğra) 2. Kaba sayıldığı için veya bir başka sebepten dolayı açık yazılmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur: Kılavuzu karga olanın burnu b?tan çıkmaz. Arabacı B??a yaklaştığını söylüyor, ikide bir fırsat bularak arabanın içine doğru başını çeviriyordu. (Ahmet Hamdi Tanpınar) 3. Alıntılarda başta, ortada ve sonda alınmayan kelime veya bölümlerin yerine konur: ? derken şehrin öte başından boğuk boğuk sesler gelmeye başladı? (Tarık Buğra) 4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun hayal dünyasına bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur: Sana uğurlar olsun? Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel) Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. O noktainazar şudur: Türk milletini, medeni cihanda layık olduğu mevkiye isat etmek ve Türk cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek? (Atatürk) 5. Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için konur: Gölgeler yaklaştılar. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar: ? Koca Ali? Koca Ali, be!.. (Ömer Seyfettin) UYARI: Ünlem ve soru işaretinden sonra üç nokta yerine iki nokta konulması yeterlidir: Gök ekini biçer gibi!.. Başaklar daha dolmadan. (Tarık Buğra) Nasıl da akşam oldu?.. Nasıl da yavrucaklar sustu?.. Nasıl da serçecikler yuvalarına sığındı?.. (Necip Fazıl Kısakürek) 6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır: ? Yabancı yok! ? Kimsin? ? Ali? ? Hangi Ali? ? ? ? Sen misin, Ali usta? ? Benim!.. ? Ne arıyorsun bu vakit buralarda? ? Hiç? ? Nasıl hiç? Suya çekicini mi düşürdün yoksa!.. ? !.. (Ömer Seyfettin) UYARI: Üç nokta yerine iki veya daha çok nokta kullanılmaz. Soru İşareti ( ? ) 1. Soru eki veya sözü içeren cümle veya sözlerin sonuna konur: Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı? (Faruk Nafiz Çamlıbel) Atatürk bana sordu: ? Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz? (Falih Rıfkı Atay) 2. Soru bildiren ancak soru eki veya sözü içermeyen cümlelerin sonuna konur: Gümrükteki memur başını kaldırdı: ? Adınız? 3. Bilinmeyen, kesin olmayan veya şüpheyle karşılanan yer, tarih vb. durumlar için kullanılır: Yunus Emre (1240 ?-1320), (Doğum yeri: ?) vb. 1496 (?) yılında doğan Fuzuli? Ankara?dan Antalya?ya arabayla üç saatte (?) gitmiş. UYARI: mı / mi ekini alan yan cümle temel cümlenin zarf tümleci olduğunda cümlenin sonuna soru işareti konmaz: Akşam oldu mu sürüler döner. Hava karardı mı eve gideriz. Bahar gelip de nehir çağıl çağıl kabarmaya başlamaz mı içimi geri kalmış bir saat huzursuzluğu kaplardı. (Haldun Taner) UYARI: Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur: Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı? Üsküdar?dan mı, Hisar?dan mı, Kavaklardan mı? (Yahya Kemal Beyatlı) Ünlem İşareti ( ! ) 1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümle veya ibarelerin sonuna konur: Hava ne kadar da sıcak! Aşk olsun! Ne kadar akıllı adamlar var! Vah vah! Ne mutlu Türk?üm diyene! (Atatürk) 2. Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur: Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz?dir, ileri! (Atatürk) Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. (Atatürk) Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! (Yahya Kemal Beyatlı) Dur, yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak bir devrin battığı yerdir. (Necmettin Halil Onan) UYARI: Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir: Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun? Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel) 3. Alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırılmak istenen sözden hemen sonra yay ayraç içinde ünlem işareti kullanılır: İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş (!). Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor. Kısa Çizgi ( ? ) 1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur: Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi bil- mem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12?yi geçmiş. Kanepe- lerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvayda- ki adam bir tanıdık mı idi acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimseciklerin oturmadığı kanepelerde bu saatte pek başıboş- lar mı oturur? (Sait Faik Abasıyanık) 2. Cümle içinde ara sözleri veya ara cümleleri ayırmak için ara sözlerin veya ara cümlelerin başına ve sonuna konur, bitişik yazılır: Küçük bir sürü -dört inekle birkaç koyun- köye giren geniş yolun ağzında durmuştu. (Ömer Seyfettin) 3. Kelimelerin kökleri, gövdeleri ve eklerini birbirinden ayırmak için kullanılır: al-ış, dur-ak, gör-gü-süz-lük vb. 4. Fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır: al-, dur-, gör-, ver-; başar-, kana-, okut-, taşla-, yazdır- vb. 5. İsim yapma eklerinin başına, fiil yapma eklerinin başına ve sonuna konur: -ak, -den, -ış, -lık; -ımsa-; -la-; -tır- vb. 6. Heceleri göstermek için kullanılır: a-raş-tır-ma, bi-le-zik, du-ruş-ma, ku-yum-cu-luk, prog-ram, ya-zar-lık vb. 7. Arasında, ve, ile, ila, ?-den ?-e anlamlarını vermek için kelimeler veya sayılar arasında kullanılır: Aydın-İzmir yolu, Türk-Alman ilişkileri, Ural-Altay dil grubu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 09.30-10.30, Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşması, Manas Destanı?nda soy-dil-din üçgeni, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, Türkçe-Fransızca Sözlük vb. UYARI: Cümle içinde sayı adlarının yinelenmesinde araya kısa çizgi konmaz: On on beş yıl. Üç beş kişi geldi. 8. Matematikte çıkarma işareti olarak kullanılır: 50-20=30 9. Sıfırdan küçük değerleri göstermek için kullanılır: -2 °C Uzun Çizgi (?) Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir. Frankfurt?a gelene herkesin sorduğu şunlardır: ? Eski şehri gezdin mi? ? Rothschild?in evine gittin mi? ? Goethe?nin evini gezdin mi? (Ahmet Haşim) Oyunlarda uzun çizgi konuşanın adından sonra da konabilir: Sıtkı Bey ? Kaleyi kurtarmak için daha güzel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister. İslam Bey ? Ben daha ölmedim. (Namık Kemal) UYARI: Konuşmalar tırnak içinde verildiğinde uzun çizgi kullanılmaz. Arabamız tutarken Erciyes?in yolunu: ?Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu?nu?? (Faruk Nafiz Çamlıbel) Eğik Çizgi ( / ) 1. Dizeler yan yana yazıldığında aralarına konur: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak / O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak / O benimdir, o benim milletimindir ancak. (Mehmet Akif Ersoy) 2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına ve semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı No.: 21/6 Kurtuluş / ANKARA Ülke adı yazılacağında ise: Atatürk Bulvarı No.: 217 06680 Kavaklıdere / Ankara TÜRKİYE 3. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 18/11/1969, 15/IX/1994 vb. 4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır: -a /-e, -an /-en, -lık /-lik, -madan /-meden vb. 5. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.gov.tr 6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 70/2=35 7. Fizik, matematik vb. alanlarda birimler arası orantıları gösterirken eğik çizgi araya boşluk konulmadan kullanılır: g/sn (gram/saniye) Ters Eğik Çizgi ( ) Bilişim uygulamalarında art arda gelen dizinleri birbirinden ayırt etmek için kullanılır: C:BelgelerimTürk İşaret DiliKitapçık.indd Tırnak İşareti ( ? ? ) 1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır: Türk Dil Kurumu binasının yan cephesinde Atatürk?ün ?Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.? sözü yazılıdır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin ön cephesinde Atatürk?ün ?Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.? vecizesi yer almaktadır. Ulu önderin ?Ne mutlu Türk?üm diyene!? sözü her Türk?ü duygulandırır. Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor: ?Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.? UYARI: Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır: ?İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!? diyorlar. (Yahya Kemal Beyatlı) 2. Özel olarak vurgulanmak istenen sözler tırnak içine alınır: Yeni bir ?barış taarruzu? başladı. 3. Cümle içerisinde eserlerin ve yazıların adları ile bölüm başlıkları tırnak içine alınır: Bugün öğrenciler ?Kendi Gök Kubbemiz? adlı şiiri incelediler. ?Yazım Kuralları? bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir. UYARI: Cümle içerisinde özel olarak belirtilmek istenen sözler, kitap ve dergi adları ve başlıkları tırnak içine alınmaksızın eğik yazıyla dizilerek de gösterilebilir: Höyük sözü Anadolu?da tepe olarak geçer. Cahit Sıtkı?nın Şairin Ölümü şiirini Yahya Kemal çok sevmişti. (Ahmet Hamdi Tanpınar) UYARI: Tırnak içine alınan sözlerden sonra gelen ekleri ayırmak için kesme işareti kullanılmaz: Elif Şafak?ın ?Bit Palas?ını okudunuz mu? 4. Bilimsel çalışmalarda künye verilirken makale adları tırnak içinde yazılır. Tek Tırnak İşareti ( ? ? ) Tırnak içinde verilen cümlenin içinde yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü, ibareyi belirtmek için kullanılır: Edebiyat öğretmeni ?Şiirler içinde ?Han Duvarları? gibisi var mı?? dedi ve Faruk Nafiz?in bu güzel şiirini okumaya başladı. ?Atatürk henüz ?Gazi Mustafa Kemal Paşa? idi. Benden ona dair bir kitap için ön söz istemişlerdi.? (Falih Rıfkı Atay) Denden İşareti (?) Bir yazıdaki maddelerin sıralanmasında veya bir çizelgede alt alta gelen aynı sözlerin, söz gruplarının ve sayıların tekrar yazılmasını önlemek için kullanılır: a. Etken fiil b. Edilgen ? c. Dönüşlü ? ç. İşteş ? Yay Ayraç ( ) 1. Cümledeki anlamı tamamlayan ve cümlenin dışında kalan ek bilgiler için kullanılır. Yay ayraç içinde bulunan ve yargı bildiren anlatımların sonuna uygun noktalama işareti konur: Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç) 2. Özel veya cins isme ait ek, ayraçtan önce yazılır: Yunus Emre?nin (1240?-1320)? İmek fiilinin (ek fiil) geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir. 3. Tiyatro eserlerinde ve senaryolarda konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak ve göstermek için kullanılır: İhtiyar ? (Yavaş yavaş Kaymakam?a yaklaşır.) Ne oluyor beyefendi? Allah rızası için bana da anlatın? (Reşat Nuri Güntekin) 4. Alıntıların aktarıldığı eseri, yazarı veya künye bilgilerini göstermek için kullanılır: Cihanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir ya kimsenin. (Ahmet Hikmet Müftüoğlu) Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? (Mehmet Akif Ersoy) Bir isim kökü, gerektiğinde çeşitli eklerle fiil kökü durumuna getirilebilir (Zülfikar 1991: 45). 5. Alıntılarda, alınmayan kelime veya bölümlerin yerine konulan üç nokta, yay ayraç içine alınabilir. 6. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır: Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor. 7. Bir bilginin şüpheyle karşılandığını veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır: 1496 (?) yılında doğan Fuzuli? 8. Bir yazının maddelerini gösteren sayı ve harflerden sonra kapama ayracı konur: I) 1) A) a) II) 2) B) b) Köşeli Ayraç ( [ ] ) 1. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce köşeli ayraç kullanılır: Halikarnas Balıkçısı [Cevat Şakir Kabaağaçlı (1886-1973)] en güzel eserlerini Bodrum?da yazmıştır. 2. Metin aktarmalarında, çevirilerde, alıntılarda çalışmayı yapanın eklediği sözler için kullanılır: ?Eldem, Osmanlıda en önemli fark[ın], mezar taşının şeklinde ortaya çık[tığını] söyledikten sonra?? (Hilmi Yavuz) 3. Kaynak olarak verilen kitap veya makalelerin künyelerine ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Reşat Nuri [Güntekin], Çalıkuşu, Dersaadet, 1922. Server Bedi [Peyami Safa] Kesme İşareti ( ? ) 1. Özel adlara getirilen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Kurtuluş Savaşı?nı, Atatürk?üm, Türkiye?mizin, Fatih Sultan Mehmet?e, Muhibbi?nin, Gül Baba?ya, Sultan Ana?nın, Mehmet Emin Yurdakul?dan, Kâzım Karabekir?i, Yunus Emre?yi, Ziya Gökalp?tan, Refik Halit Karay?mış, Ahmet Cevat Emre?dir, Namık Kemal?se, Şinasi?yle, Alman?sınız, Kırgız?ım, Karakeçili?nin, Osmanlı Devleti?ndeki, Cebrail?den, Çanakkale Boğazı?nın, Samanyolu?nda, Sait Halim Paşa Yalısı?ndan, Resmî Gazete?de, Millî Eğitim Temel Kanunu?na, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği?ni, Eski Çağ?ın, Yükselme Dönemi?nin, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı?na vb. ?Onun için Batı?da bunlara birer fonksiyon buluyorlar.? (Burhan Felek) 1919 senesi Mayıs?ının 19?uncu günü Samsun?a çıktım. (Atatürk) Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman ekten önce kesme işareti kullanılır: Hisar?dan, Boğaz?dan vb. Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: Bu Kanun?un 17. maddesinin c bendi? Yukarıda adı geçen Yönetmelik?in 2?nci maddesine göre? vb. Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan önce kullanılır: Yunus Emre?nin (1240?-1320), Yakup Kadri?nin (Karaosmanoğlu) vb. Ek getirildiğinde Avrupa Birliği kesme işareti ile kullanılır: Avrupa Birliği?ne üye ülkeler? UYARI: Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde kesme işareti konmaz: Boğaz Köprümüzün güzelliği, Amik Ovamızın bitki örtüsü, Kuşadamızdaki liman vb. UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, birleşim, oturum ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığının; Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Yürütme Kuruluna; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112?nci Birleşiminin 2?nci Oturumunda; Mavi Köşe Bakkaliyesinden vb. UYARI: Başbakanlık, Rektörlük vb. sözler ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde Başbakanlığa, Rektörlüğe vb. biçimlerde yazılır. UYARI: Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün vb. UYARI: Sonunda p, ç, t, k ünsüzlerinden biri bulunan Ahmet, Çelik, Halit, Şahap; Bosna-Hersek; Kerkük, Sinop, Tokat, Zonguldak gibi özel adlara ünlüyle başlayan ek getirildiğinde kesme işaretine rağmen Ahmedi, Halidi, Şahabı; Bosna-Herseği; Kerküğü, Sinobu, Tokadı, Zonguldağı biçiminde son ses yumuşatılarak söylenir. UYARI: Özel adlar yerine kullanılan ?o? zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz. 2. Kişi adlarından sonra gelen saygı ve ünvan sözlerine getirilen ekleri ayırmak için konur: Nihat Bey?e, Ayşe Hanım?dan, Mahmut Efendi?ye, Enver Paşa?ya; Türk Dil Kurumu Başkanı?na vb. 3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur: TBMM?nin, TDK?nin, BM?de, ABD?de, TV?ye vb. 4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur: 1985?te, 8?inci madde, 2?nci kat; 7,65?lik, 9,65?lik, 657?yle vb. 5. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adlarına gelen ekleri ayırmak için konur: Başvurular 17 Aralık?a kadar sürecektir. Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu?nun veri tabanının genel ağda hizmete sunulduğu gün olan 12 Temmuz 2010 Pazartesi?nin TDK için önemi büyüktür. 6. Seslerin ölçü ve söyleyiş gereği düştüğünü göstermek için kullanılır: Bir ok attım karlı dağın ardına Düştü m?ola sevdiğimin yurduna İl yanmazken ben yanarım derdine Engel aramızı açtı n?eyleyim (Karacaoğlan) Şems?in gözlerine bir şüphe çöreklendi: ?Dostum ne?n var? Her şey yolunda mı?? (Elif Şafak) Güzelliğin on par?etmez Bu bendeki aşk olmasa (Âşık Veysel) 7. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: a?dan z?ye kadar, Türkçede -lık?la yapılmış sözler.
Alıntı Kelimelerin Yazılışı
Alıntı kelimelerin yazılışlarıyla ilgili bazı noktalar aşağıda gösterilmiştir:
1. Çift ünsüz harfle başlayan Batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konulmadan yazılır: francala, gram, gramer, gramofon, grup, Hristiyan, kral, kredi, kritik, plan, pratik, problem, profesör, program, proje, propaganda, protein, prova, psikoloji, slogan, snop, spiker, spor, staj, stil, stüdyo, trafik, tren, triptik vb.
Bu tür birkaç alıntıda, söz başında veya iki ünsüz arasında bir ünlü türemiştir. Bu ünlü söylenişte de yazılışta da gösterilir: iskarpin, iskele, iskelet, istasyon, istatistik, kulüp vb.
2. İçinde yan yana iki veya daha fazla ünsüz bulunan Batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konmadan yazılır: alafranga, apartman, biyografi, elektrik, gangster, kilogram, orkestra, paragraf, telgraf vb.
3. İki ünsüzle biten Batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konmadan yazılır: film, form, lüks, modern, natürmort, psikiyatr, seks, slayt, teyp vb.
4. Batı kökenli alıntıların içindeki ve sonundaki g ünsüzleri olduğu gibi korunur: biyografi, diyagram, dogma, magma, monografi, paragraf, program; arkeolog, demagog, diyalog, filolog, jeolog, katalog, monolog, psikolog, ürolog vb.
Ancak fotoğraf ve topoğraf kelimelerinde g'ler, ğ'ye döner.
* * *
Aşağıdaki durumlarda Batı kökenli kelimeler özgün biçimleri ile yazılırlar:
1. Bilim, sanat ve uzmanlık dallarında kullanılan bazı terimler: andante (müzik), cuprum (kimya), deseptyl (eczacılık), quercus, terminus technicus (teknik terim) vb.
2. Latin yazı sistemini kullanan dillerden alınma deyim ve sözler: Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim.); conditio sine qua non (Olmazsa olmaz.); eppur si muove (Dünya her şeye rağmen dönüyor.); to be or not to be (olmak veya olmamak); l'art pour l'art (Sanat sanat içindir.); l'Etat c'est moi (Devlet benim.); traduttore traditore (Çevirmen haindir.); persona non grata (istenmeyen kişi) vb.
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi. (Orhan Veli Kanık)
1. Etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiiller, ilk kelimesinde herhangi bir ses düşmesi veya türemesine uğramazsa ayrı yazılır: alt etmek, arz etmek, azat etmek, dans etmek, el etmek, göç etmek, ilan etmek, kabul etmek, kul etmek, kul olmak, not etmek, oyun etmek, söz etmek, terk etmek, var olmak, yok etmek, yok olmak vb.
2. Birleşme sırasında kelimelerinden hiçbiri veya ikinci kelimesi anlam değişikliğine uğramayan birleşik kelimeler ayrı yazılır.
a. Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ada balığı, ateş balığı, dil balığı, fulya balığı, kedi balığı, kılıç balığı, köpek balığı, ton balığı, yılan balığı; acı balık, bıyıklı balık, dikenli balık vb.
ardıç kuşu, arı kuşu, çalı kuşu, deve kuşu, muhabbet kuşu, saka kuşu, tarla kuşu, yağmur kuşu; alıcı kuş, boğmaklı kuş, makaralı kuş vb.
ağustos böceği, ateş böceği, cırcır böceği, hamam böceği, ipek böceği, uçuç böceği, uğur böceği; ağılı böcek, çalgıcı böcek, sümüklü böcek vb.
at sineği, et sineği, meyve sineği, sığır sineği, su sineği, uyuz sineği vb.
deniz yılanı, ok yılanı, su yılanı; Ankara keçisi, dağ keçisi, yaban keçisi; fındık faresi, tarla faresi; dağ sıçanı, tarla sıçanı; Beç tavuğu, dağ tavuğu; ada tavşanı, yaban tavşanı; kaya örümceği, şeytan örümceği; bal arısı, yaprak arısı; Pekin ördeği, deniz ördeği; Ankara kedisi, bozkır kedisi; Afrika domuzu, yer domuzu vb.
b. Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ayrık otu, beşparmak otu, çörek otu, eğrelti otu, güzelavrat otu, kelebek otu, ökse otu, pisipisi otu, taşkıran otu, yüksük otu; acı ot, sütlü ot vb.
ateş çiçeği, çuha çiçeği, güzelhatun çiçeği, ipek çiçeği, küpe çiçeği, lavanta çiçeği, mum çiçeği, yayla çiçeği, yıldız çiçeği; ölmez çiçek vb.
avize ağacı, ban ağacı, dantel ağacı, kâğıt ağacı, mantar ağacı, öd ağacı, pelesenk ağacı, tespih ağacı vb.
altın kökü, eğir kökü, helvacı kökü, meyan kökü; ek kök, saçak kök, yumru kök vb.
dağ elması, yer elması; çalı dikeni, deve dikeni; köpek üzümü, kuş üzümü; çakal armudu, dağ armudu; at kestanesi, kuzu kestanesi; can eriği, gövem eriği; kuzu mantarı, yer mantarı; su kamışı, şeker kamışı; dağ nanesi, taş nanesi; ayı gülü, Japon gülü; Antep fıstığı, çam fıstığı; sırık fasulyesi, soya fasulyesi; Amerikan bademi, taş bademi; Afrika menekşesi, deniz menekşesi; Japon sarmaşığı, kuzu sarmaşığı; Hint inciri, kavak inciri; armut kurusu, kayısı kurusu; kaya sarımsağı, köpek sarımsağı; şeker pancarı, yaban pancarı vb.
kuru fasulye, kuru incir, kuru soğan, kuru üzüm vb.
UYARI: Çiçek dışında anlamlar taşıyan baklaçiçeği (renk), narçiçeği (renk), suçiçeği (hastalık); ot dışında anlamlar taşıyan ağızotu (barut), sıçanotu (arsenik); ses düşmesine uğramış olan çöreotu ve yazımı gelenekleşmiş olan semizotu, dereotu bitişik yazılır.
c. Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler:
alçı taşı, bileği taşı, çakmak taşı, Hacıbektaş taşı, kireç taşı, lüle taşı, Oltu taşı, sünger taşı, yılan taşı; buzul taş, damla taş, dikili taş, kayağan taş, yaprak taş vb.
arap sabunu, el sabunu; kahve değirmeni, yel değirmeni; kahve dolabı, su dolabı; müzik odası, oturma odası; duvar saati, kol saati; duvar takvimi, masa takvimi; kriz masası, yemek masası; itfaiye aracı, kurtarma aracı; masa örtüsü, yatak örtüsü; el kitabı, okuma kitabı; Frenk gömleği, İngiliz anahtarı, İngiliz sicimi; alt geçit, tüp geçit, üst geçit; çekme demir, çekme kat, dolma kalem, dönme dolap, kesme kaya, toplu iğne, vurmalı çalgılar, vurmalı sazlar, yapma çiçek vb.
afyon ruhu, katran ruhu, lokman ruhu, nane ruhu, tuz ruhu vb.
ç. Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler: Arnavut kaldırımı; çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara yolu, keçi yolu; köprü yol vb.
d. Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulan birleşik kelimeler: açık oturum, açık öğretim, ana dili, Ay tutulması, baş ağrısı (hastalık), baş belası, baş dönmesi, çıkış yolu, çözüm yolu, dil birliği, din birliği, güç birliği, iş birliği, iş bölümü, madde başı, ses uyumu, yer çekimi vb.
e. Bilim ve bilgi sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: anlam bilimi, dil bilimi, edebiyat bilimi, gök bilimi, halk bilimi, ruh bilimi, toplum bilimi, toprak bilimi, yer bilimi; dil bilgisi, halk bilgisi, ses bilgisi, şekil bilgisi vb.
f. Yuvar ve küre sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: göz yuvarı, hava yuvarı, ısı yuvarı, ışık yuvarı, renk yuvarı, yer yuvarı; hava küre, ışık küre, su küre, taş küre, yarı küre, yarım küre vb.
g. Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler: bohça böreği, talaş böreği; badem yağı, kuyruk yağı; arpa suyu, maden suyu; tulum peyniri, beyaz peynir; Adana kebabı, tas kebabı; İnegöl köftesi, İzmir köftesi; ezogelin çorbası, yoğurt çorbası; irmik helvası, koz helva; acı badem kurabiyesi; Kemalpaşa tatlısı, yoğurt tatlısı; badem şekeri, kestane şekeri; balık yumurtası, lop yumurta vb.
burgu makarna, yüksük makarna; kakaolu kek, üzümlü kek; çiğ köfte, içli köfte; dolma biber, sivri biber; esmer şeker, kesme şeker; süzme yoğurt; yarma şeftali; kuru yemiş vb.
ğ. Gök cisimleri: Çoban Yıldızı, Kervan Yıldızı, Kutup Yıldızı, kuyruklu yıldız; gök taşı, hava taşı, meteor taşı vb.
h. Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulan birleşik kelimeler: patlak göz, süzgün göz; aşık kemiği, elmacık kemiği; serçe parmak, şehadet parmağı, yüzük parmağı; azı dişi, köpek dişi, süt dişi; kuyruk sokumu, safra kesesi; çatma kaş, takma diş, takma kirpik, takma kol; ekşi surat, kepçe surat; gaga burun (kimse), karga burun, kepçe kulak vb.
ı. Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler: çetin ceviz, çöpsüz üzüm; eski kurt, sarı çıyan, sağmal inek; eski toprak, eski tüfek, kara maşa, sapsız balta, çakır pençe, demir yumruk, kuru kemik vb.
i. Zamanla ilgili birleşik kelimeler: bağ bozumu, gece yarısı, gün ortası, hafta başı, hafta sonu vb.
3. -r / -ar / -er, -maz / -mez ve -an / -en sıfat-fiil ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır: bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner sermaye, güler yüz, koşar adım, yazar kasa, yeter sayı; çıkmaz sokak, geçmez akçe, görünmez kaza, ölmez çiçek, tükenmez kalem; akan yıldız, doyuran buhar, uçan daire vb.
4. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır: bal rengi, duman rengi, gümüş rengi, portakal rengi, saman rengi; ateş kırmızısı, boncuk mavisi, çivit mavisi, gece mavisi, limon sarısı, safra yeşili, süt kırı vb.
5. Rengin tonunu belirtmek üzere renkten önce kullanılan sıfatlar ayrı yazılır: açık mavi, açık yeşil, kara sarı, kirli sarı, koyu mavi, koyu yeşil vb.
6. Yer adlarında kullanılan batı, doğu, güney, kuzey, güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu, aşağı, yukarı, orta, iç, yakın, uzak kelimeleri ayrı yazılır: Batı Trakya, Doğu Anadolu, Güney Kutbu, Kuzey Amerika, Güneydoğu Anadolu, Aşağı Ayrancı, Yukarı Ayrancı, Orta Anadolu, Orta Asya, Orta Doğu, İç Asya, İç Anadolu, Yakın Doğu, Uzak Doğu vb.
7. Kişi adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında, sondaki ünvanlar hariç şahıs adları ayrı yazılır: Yunus Emre Mahallesi; Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı; Nene Hatun Caddesi; Fevzi Çakmak Sokağı, Cemal Nadir Sokağı; Koca Mustafapaşa; Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sütçü İmam Üniversitesi vb.
8. Dış, iç, sıra sözleriyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: ahlak dışı, çağ dışı, din dışı, kanun dışı, olağan dışı, yasa dışı; ceviz içi, hafta içi, yurt içi; aklı sıra, ardı sıra, peşi sıra, yanı sıra vb.
9. Somut olarak yer belirten alt ve üst sözleriyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: deri altı, su altı, toprak altı, yer altı (yüzey); böbrek üstü bezi, tepe üstü (en yüksek nokta) vb.
10. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: alt kurul, alt yazı; üst kat, üst küme; ana bilim dalı, ana dili; ön söz, ön yargı; art damak, art niyet; arka plan, arka teker; yan cümle, yan etki; karşı görüş, karşı oy; iç savaş, iç tüzük; dış borç, dış hat; orta kulak, orta oyunu; büyük dalga, büyük defter; küçük harf, küçük parmak; sağ açık, sağ bek; sol açık, sol bek; peşin fikir, peşin hüküm; bir gözeli, bir hücreli; iki anlamlı, iki eşeyli; tek eşli, tek hücreli; çok düzlemli, çok hücreli; çift ayaklılar, çift kanatlılar vb.
Bağlaç Olan da / de'nin Yazılışı
Bağlaç olan da / de ayrı yazılır ve kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak büyük ünlü uyumuna uyar: Kızı da geldi gelini de. Durumu oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim' Güç de olsa. Konuşur da konuşur.
UYARI: Ayrı yazılan da / de hiçbir zaman ta / te biçiminde yazılmaz: Gidip de gelmemek var, gelip de görmemek var (Gidip te gelmemek var, gelip te görmemek var değil)
UYARI: Ya sözüyle birlikte kullanılan da ayrı yazılır: ya da
UYARI: Da / de bağlacını kendisinden önceki kelimeden kesme ile ayırmak yanlıştır: Ayşe de geldi (Ayşe'de geldi değil). Kitabın kapağına da dikkat et (Kitabın kapağına'da dikkat et değil).
Belirtisiz isim tamlamaları, sıfat tamlamaları, isnat grupları, birleşik fiiller, ikilemeler, kısaltma grupları ve kalıplaşmış çekimli fiillerden oluşan ifadeler yeni bir kavramı karşıladıklarında birleşik kelime olurlar. Birleşik kelimeler belirli kurallar çerçevesinde bitişik veya ayrı olarak yazılır.
Birleşik kelimeler aşağıdaki durumlarda bitişik yazılırlar:
1. Ses düşmesine uğrayan birleşik kelimeler bitişik yazılır: birbiri (< biri biri), kaynana (< kayın ana), kaynata (< kayın ata), nasıl (< ne asıl), niçin (< ne için), pazartesi (< pazar ertesi), sütlaç (< sütlü aş) vb.
2. Özgün biçimleri tek heceli bazı Arapça kökenli kelimeler etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle birleşirken ses düşmesine, ses değişmesine veya ses türemesine uğradıklarında bitişik yazılır: emretmek, menolunmak, cemetmek, kaybolmak; darbetmek, dercetmek, hamdetmek; affetmek, hissetmek, reddetmek vb.
3. Kelimelerden her ikisi veya ikincisi, birleşme sırasında anlam değişmesine uğradığında bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır.
a. Bitki adları: aslanağzı, civanperçemi, keçiboynuzu, kuşburnu, turnagagası, açıkağız, akkuyruk (çay), alabaş, altınbaş (kavun), altıparmak (palamut), beşbıyık (muşmula), çobançantası, karnıkara (börülce), katırtırnağı, kuşyemi, şeytanarabası, yılanyastığı, akşamsefası, camgüzeli, çadıruşağı, ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), havvaanaeli, meryemanaeldiveni vb.
b. Hayvan adları: danaburnu (böcek), akbaş (kuş), alabacak (at), bağrıkara (kuş), beşparmak (deniz hayvanı), çakırkanat (ördek), kababurun (balık), kamçıkuyruk (koyun), kamışkulak (at), karagöz (balık), karafatma (böcek), kızılkanat (balık), sarıkuyruk (balık), yeşilbaş (ördek), sazkayası (balık), sırtıkara (balık), şeytaniğnesi, yalıçapkını (kuş), bozbakkal (kuş), bozyürük (yılan), karadul (örümcek) vb.
c. Hastalık adları: itdirseği (arpacık), delibaş, karabaş, karabacak vb.
ç. Alet ve eşya adları: balıkgözü (halka), deveboynu (boru), domuztırnağı (kanca), horozayağı (burgu), kargaburnu (alet), kedigözü (lamba), leylekgagası (alet), sıçankuyruğu (törpü), gagaburun (gemi), kancabaş (kayık), adayavrusu (tekne) vb.
d. Biçim, tarz, tür, motif vb. adlar: ayıbacağı (yelken biçimi), balıksırtı (desen), civankaşı (nakış), eşeksırtı (çatı biçimi), kazkanadı (oyun), kırlangıçkuyruğu (işaret), koçboynuzu (desen), köpekkuyruğu (yağlı güreş), sıçandişi (dikiş), balgümeci (dikiş), beşikörtüsü (çatı biçimi), turnageçidi (fırtına) vb.
e. Yiyecek adları: hanımgöbeği (tatlı), kadınbudu (köfte), kedidili (bisküvi), dilberdudağı (tatlı), tavukgöğsü (tatlı), vezirparmağı (tatlı), bülbülyuvası (tatlı), kuşlokumu (kurabiye), alinazik (kebap) vb.
f. Oyun adları: beştaş, dokuztaş, üçtaş vb.
g. Gök cisimlerinin adları: Altıkardeş (yıldız kümesi), Arıkovanı (yıldız kümesi), Büyükayı (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), Küçükayı (yıldız kümesi), Kervankıran (yıldız), Samanyolu (yıldız kümesi), Yedikardeş (yıldız kümesi) vb.
ğ. Renk adları: baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, gülkurusu, kavuniçi, narçiçeği, ördekbaşı, ördekgagası, tavşanağzı, tavşankanı, turnagözü, vapurdumanı, vişneçürüğü, yavruağzı vb.
h. Oğlu, kızı sözleri: çapanoğlu, eloğlu, hinoğluhin, elkızı vb.
4. -a, -e, -ı, -i, -u, -ü zarf-fiil ekleriyle bilmek, vermek, kalmak, durmak, gelmek ve yazmak fiilleriyle yapılan tasvirî fiiller bitişik yazılır: düşünebilmek, sevebilmek; alıvermek, gülüvermek; uyuyakalmak; gidedurmak, yazadurmak; çıkagelmek, süregelmek; düşeyazmak, öleyazmak vb.
5. Bir veya iki ögesi emir kipiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: albeni, ateşkes, çalçene, çalyaka, dönbaba, gelberi, incitmebeni, sallabaş, sallasırt, unutmabeni; batçık, çekyat, geçgeç, kaçgöç, kapkaç, örtbas, seçal, tutkal, veryansın, yapboz, yazboz vb.
6. -an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez ve -mış/-miş sıfat-fiil ekleriyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: alaybozan, cankurtaran, çöpçatan, dalgakıran, demirkapan, gökdelen, yelkesen; akımtoplar, altıpatlar, barışsever, basınçölçer, özezer, pürüzalır; baştanımaz, değerbilmez, etyemez, hacıyatmaz, kadirbilmez, karıncaezmez, kuşkonmaz, külyutmaz, tanrıtanımaz, varyemez; çokbilmiş, güngörmüş vb.
7. İkinci kelimesi -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) kalıplaşmış belirli geçmiş zaman ekleriyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: albastı, ciğerdeldi, çıtkırıldım, dalbastı, fırdöndü, gecekondu, gündöndü, hünkârbeğendi, imambayıldı, karyağdı, külbastı, mirasyedi, papazkaçtı, serdengeçti, şıpsevdi, zıpçıktı vb.
8. Her iki kelimesi de -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) belirli geçmiş zaman veya -r /-ar /-er geniş zaman eklerini almış ve kalıplaşmış bulunan birleşik kelimeler bitişik yazılır: dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, uçtuuçtu; biçerbağlar, biçerdöver, göçerkonar, kazaratar, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner, yüzergezer vb.
Aynı yapıda olan çakaralmaz kelimesi de bitişik yazılır.
9. Somut olarak yer bildirmeyen alt, üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı (gözetim), şuuraltı; akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, gerçeküstü, ikindiüstü, olağanüstü, öğleüstü, öğleüzeri, suçüstü, yüzüstü; akşamüzeri, ayaküzeri vb.
10. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları ve lakaplar bitişik yazılır: Alper, Birol, Gülnihal, Gülseren, Şenol, Varol; Abasıyanık, Adıvar, Atatürk, Gökalp, Güntekin, İnönü, Karaosmanoğlu, Tanpınar, Yurdakul; Boynueğri Mehmet Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmet, Yedisekiz Hasan Paşa vb.
11. İki veya daha çok kelimeden oluşmuş il, ilçe, semt vb. yer adları bitişik yazılır: Çanakkale, Gümüşhane; Acıpayam, Pınarbaşı, Şebinkarahisar; Beşiktaş, Kabataş vb.
Şehir, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su, çay vb. kelimelerle kurulmuş sıfat tamlaması ve belirtisiz isim tamlaması kalıbındaki yer adları bitişik yazılır: Akşehir, Eskişehir, Suşehri, Yenişehir; Atakent, Batıkent, Konutkent, Korukent; Çengelköy; Yenimahalle; Karadağ, Uludağ; Kocatepe, Tınaztepe; Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz; Acıgöl; Kızılırmak, Yeşilırmak; İncesu, Karasu, Sarısu; Akçay vb.
12. Kişi adları ve ünvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarında, ünvan kelimesi sonda ise gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa, Bayrampaşa, Davutpaşa, Gazi Osmanpaşa (mahalle); Ertuğrulgazi (ilçe), Kemalpaşa (ilçe); Mustafabey (cadde), Necatibey (cadde) vb.
13. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır: güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu
14. Dilimizde her iki ögesi de asıl anlamını koruduğu hâlde yaygın bir biçimde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
a. Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları: başağırlık, başbakan, başbayan, başçavuş, başeser, başfiyat, başhekim, başhemşire, başkahraman, başkent, başkomutan, başköşe, başmüfettiş, başöğretmen, başparmak, başpehlivan, başrol, başsavcı, başyazar vb.
b. Bir topluluğun yöneticisi anlamındaki başı sözüyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: aşçıbaşı, binbaşı, çarkçıbaşı, çeribaşı, elebaşı, mehterbaşı, onbaşı, ustabaşı, yüzbaşı vb.
c. Ağa, baba, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler: ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa, kadınnine, paşababa vb.
ç. Biraz, birçok, birçoğu, birkaç, birkaçı, birtakım, herhangi, hiçbir, hiçbiri belirsizlik sıfat ve zamirleri de gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır.
15. Ev kelimesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: aşevi, bakımevi, basımevi, doğumevi, gözlemevi, huzurevi, kahveevi, konukevi, orduevi, öğretmenevi, polisevi, yayınevi vb.
16. Hane, name, zade kelimeleriyle oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: çayhane, dershane, kahvehane, yazıhane; beyanname, kanunname, seyahatname, siyasetname; amcazade, dayızade, teyzezade vb.
17. -zede ile oluşturulmuş birleşik kelimeler bitişik yazılır: depremzede, afetzede, selzede, kazazede vb.
18. Farsça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: âlemşümul, cihanşümul; darıdünya, ehlibeyit, ehvenişer, erkânıharp, gayrimenkul, gayrimeşru, Kuvayımilliye, Misakımillî, suikast; cürmümeşhut, hamdüsena, hercümerç, hüsnükuruntu, hüsnüniyet vb.
19. Arapça kurala göre oluşturulan sözler bitişik yazılır: aliyyülâlâ, ceffelkalem, darülaceze, darülfünun, daüssıla, fevkalade, fevkalbeşer, hıfzıssıhha, hüvelbaki, şeyhülislam, tahtelbahir, tahteşşuur; aleykümselam, Allahualem, bismillah, fenafillah, fisebilillah, hafazanallah, inşallah, maşallah, velhasıl vb.
20. Müzikte kullanılan makam adları bitişik yazılır: acembuselik, hisarbuselik, muhayyerkürdi vb.
UYARI: Bir sıfatla oluşturulan usul adlarında sıfat ayrı yazılır: ağır aksak, yürük aksak, yürük semai vb.
21. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim Kurulu, Açıköğretim Fakültesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi vb.
22. Renk adlarıyla kurulan bitki, hayvan veya hastalık adları bitişik yazılır: akağaç, alacamenekşe, karadut, sarıçiçek; alabalık, beyazsinek, bozayı; aksu, akbasma, mavihastalık, maviküf vb.
Bulunma durumu eki getirildiği kelimeye bitişik yazılır: devede (deve-de) kulak, yolda (yol-da) kalmak, ayakta (ayak-ta) durmak, işte (iş-te) çalışmak vb.
Yurtta sulh, cihanda sulh. (Atatürk)
A.Cümle büyük harfle başlar: Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem vb.) konur:
Atatürk 'Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!' diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
UYARI: İki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek kadar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Bu sefer de onları -her zamanki yerlerinde bulmak ihtimaliyle- farkında olmadan aramıştım. (Ahmet Hamdi Tanpınar)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
UYARI: İki noktadan sonra cümle ve özel ad niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bunlar büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler' (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime özel ad değilse büyük harfle başlamaz: 2007 yılında Türk Dil Kurumunun 75. yılını kutladık.
Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır: 'Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye' gibi yüzlerce kelime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur.
"Et-, ol-" fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir, Ahmet Haşim, Sait Faik Abasıyanık, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Wolfgang von Goethe, Vilhelm Thomsen vb.
Takma adlar da büyük harfle başlar: Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin), Aka Gündüz (Hüseyin Avni, Enis Avni), Kirpi (Refik Halit Karay), Deli Ozan (Faruk Nafiz Çamlıbel), Server Bedi (Peyami Safa), İrfan Kudret (Cahit Sıtkı Tarancı), Mehmet Ali Sel (Orhan Veli Kanık) vb.
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen ünvanlar, saygı sözleri, rütbe adları ve lakaplar büyük harfle başlar: Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Dr. Alâaddin Yavaşça; Sayın Prof. Dr. Hasan Eren; Mustafa Efendi, Zeynep Hanım, Bay Ali Çiçekçi; Mareşal Fevzi Çakmak, Yüzbaşı Cengiz Topel; Mimar Sinan, Fatih Sultan Mehmet, Genç Osman, Deli Petro vb.
Akrabalık adı olup lakap veya ünvan olarak kullanılan kelimeler büyük harfle başlar: Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan, Nene Hatun; Gül Baba, Susuz Dede, Telli Baba vb.
UYARI: Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar: Tülay ablama gittim. Ayşe teyzemin keki çok güzel.
3. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan makam veya ünvan sözleri büyük harfle başlar: Uzak Doğu'dan gelen heyeti Vali dün kabul etti.
4. Saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, ünvan bildiren kelimeler büyük harfle başlar:
Sayın Bakan,
Sayın Başkan,
Sayın Rektör,
Sayın Vali,
Mektuplarda ve resmî yazışmalarda hitaplar büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim,
Aziz Dostum,
Değerli Dinleyiciler,
5. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar: Boncuk, Fındık, Minnoş, Pamuk vb.
6. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar: Alman, Arap, İngiliz, Japon, Rus, Türk; Kazak, Kırgız, Oğuz, Özbek, Tatar; Hacımusalı, Karakeçili vb.
7. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar: Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça; Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca vb.
8. Devlet adları büyük harfle başlar: Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan, Kırım Özerk Cumhuriyeti vb.
9. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar: Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Katoliklik, Katolik vb.
10. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar: Tanrı, Allah, İlah, Cebrail, Zeus, Osiris, Kibele vb.
UYARI: "Tanrı, Allah, İlah" sözleri özel ad olarak kullanılmadıklarında küçük harfle başlar: Eski Yunan tanrıları. Müzik dünyasının ilahı.
"Amerika'da kaçakçılığın allahları vardır." (Tarık Buğra)
11. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür, Neptün, Satürn; Halley vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük harfle başlar:
Biz dünyadan ayrı yaşarken dünya epey değişmiş. (Hüseyin Cahit Yalçın)
12. Düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde doğu ve batı sözlerinin ilk harfleri büyük yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
UYARI: Bu sözler yön bildirdiğinde küçük yazılır: Bursa'nın doğusu, Ankara'nın batısı vb.
13. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt vb.) büyük harfle başlar: Afrika, Asya; Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu; İstanbul, Taşkent; Turgutlu, Ürgüp; Akçaköy, Çayırbağı; Bahçelievler, Kızılay, Sarıyer vb.
14. Yer adlarında ilk isimden sonra gelen ve deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar: Ağrı Dağı, Aral Gölü, Asya Yakası, Çanakkale Boğazı, Dicle Irmağı, Ege Denizi, Erciyes Dağı, Fırat Nehri, Süveyş Kanalı, Tuna Nehri, Van Gölü, Zigana Geçidi vb.
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar: Konya ili, Etimesgut ilçesi, Uzungöl beldesi, Taflan köyü vb.
15. Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar: Halit Rifat Paşa Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, İnkılap Sokağı vb.
16. Saray, köşk, han, kale, köprü, kule, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar: Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı vb.
17. Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğunda, yer adının ilk harfi büyük yazılır: Hisar'dan, Boğaz'dan, Köşk'e vb.
18. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Türk Dili Dergisi Yayın Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü vb.
19. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Medeni Kanun, Türk Bayrağı Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği vb.
20. Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik ve makam sözleri asılları kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi her yıl 1 Ekim'de toplanır. Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak.
Türk Dil Kurumu çalışmalarını titizlikle sürdürüyor. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Kurumun 21 Mayıs 2009 tarihinde Kars'ta düzenlediği toplantıda kullanıma açıldı.
2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor.
Yazarlara ödenecek telif ücreti, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği'ne göre düzenlenmektedir. Yapılan işlem Yönetmelik'in 4'üncü maddesine aykırı düşmektedir.
21. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, beste vb.) her kelimesi büyük harfle başlar: Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Asır; Kaplumbağa Terbiyecisi; Yorgun Herkül; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı vb.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz: Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu vb.
UYARI: Kitap, makale, tiyatro eseri, kurum adı vb. özel adlarda yer alan kelimelerin ilk harfleri büyük yazıldığında ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır: Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı', Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu vb. Özel adın tamamı büyük yazıldığında ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki de büyük harfle yazılır: DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ vb.
22. Ulusal, resmî ve dinî bayramlarla anma ve kutlama günlerinin adları büyük harfle başlar: Cumhuriyet Bayramı, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Miraç Kandili; Anneler Günü, Öğretmenler Günü, Dünya Tiyatro Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez vb.
23. Kurultay, bilgi şöleni, çalıştay, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelimenin ilk harfi büyük yazılır: VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Kitle İletişim Araçlarında Türkçenin Kullanımı Bilgi Şöleni, Karamanlı Türkçesi Araştırmaları Çalıştayı vb.
24. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar: Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Lale Devri, Cahiliye Dönemi, Buzul Dönemi, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi'nin, Tanzimat Dönemi'nde vb.
25. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı vb.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz: acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müziğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş birimi), allahlık (saf, zararsız kimse), donkişotluk (gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma) vb.
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, kuruş, liret vb.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan "o" zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz: acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı vb.
26. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde sadece özel adlar büyük harfle başlar: Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi vb.
Ç. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar: 29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982'de göreve başladı. Lale Festivali 25 Haziran'da başlayacak.
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar: Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.
D. Tabela, levha ve levha niteliğindeki yazılarda geçen kelimeler büyük harfle başlar: Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon, 3. Kat, 4. Sınıf, 1. Blok vb.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıktaki kelimelerin tamamı, alt başlıktaki kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar. Açıklayıcı yazı, cümle niteliğinde değilse sonuna nokta konmaz.
Bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de kalın, ince bir ünlü (e, i, ö, ü) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince olur: adım, ayak, boyunduruk, burun, dalga, dudak, kırlangıç; beşik, bilezik, gelincik, gözlük, üzengi, vergi, yüzük vb.
Büyük ünlü uyumuna aykırı olan Türkçe kelimeler de vardır: anne, dahi, elma, hangi, hani, inanmak, kardeş, şişman vb.
Alıntı kelimelerde büyük ünlü uyumu aranmaz: ahenk, badem, ceylan, çiroz, dükkân, fidan, gazete, hamsi, kestane, limon, model, nişasta, otomatik, pehlivan, selam, tiyatro, viraj, ziyaret vb.
Bitişik yazılan birleşik kelimelerde büyük ünlü uyumu aranmaz: açıkgöz, bilgisayar, çekyat, hanımeli vb.
-gil, -ken, -leyin, -mtırak, -yor ekleri büyük ünlü uyumuna uymaz: akşam-leyin, bakla-gil-ler, çalışır-ken, ekşi-mtırak, yürü-yor vb.
-daş (-taş) eki bazı kelimelerde büyük ünlü uyumuna uymaz: din-daş, gönül-daş, meslek-taş, ülkü-daş vb.
-ki aitlik eki büyük ünlü uyumuna uymaz: akşamki, duvardaki, karşıki, onunki, yarınki, yoldaki vb.
Büyük ünlü uyumuna girmeyen kelimelere gelen ekler, kalınlık incelik bakımından son hecenin ünlüsüne uyar: adalet-li, anne-si, kardeş-lik, meslektaş-ımız, şişman-lık vb.
Bazı alıntı kelimelerde ekler bu uyuma girmez: idrak-i, meçhul-e, mentol-de, sembol-ler vb.
Son ünlüleri kalın sıradan olmasına karşın son sesleri ince söylenen bazı alıntı kelimeler ince ünlülü ekler alır: alkol / alkolü, hakikat / hakikati, helal / helalimiz, idrak / idrakimiz, kabul / kabulü, kontrol / kontrolü, protokol / protokole, saat / saate, sadakat / sadakati, santral / santraller vb.
Deyimler ayrı yazılır: akıntıya kürek çekmek, çam devirmek, çanak tutmak, gönlünden geçirmek, göz atmak, kulak asmak, kulak vermek, çantada keklik, devede kulak, yağlı kuyruk, yüz görümlüğü vb.
Düzeltme işaretinin kullanılacağı yerler aşağıda gösterilmiştir:
1. Yazılışları bir, anlamları ve söylenişleri ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun, tutkun); hal (sebze, meyve vb. satılan yer), hâl (durum, vaziyet); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); rahim (esirgeme), rahîm (koruyan, acıyan); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu) vb.
UYARI: Katil (
2. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelimelerle özel adlarda bulunan ince g, k ünsüzlerinden sonra gelen a ve u ünlüleri üzerine konur: dergâh, gâvur, karargâh, tezgâh, yadigâr, Nigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, Hakkâri, Kâzım; gülgûn, merzengûş; mahkûm, mezkûr, sükûn, sükût vb. Kişi ve yer adlarında ince l ünsüzünden sonra gelen a ve u ünlüleri de düzeltme işareti ile yazılır: Halûk, Lâle, Nalân; Balâ, Elâzığ, İslâhiye, Lâdik, Lâpseki, Selânik vb.
3. Nispet ekinin, belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır: (Türk) askeri ve askerî (okul), (İslam) dini ve dinî (bilgiler), (fizik) ilmi ve ilmî (tartışmalar), (Atatürk'ün) resmi ve resmî (kuruluşlar) vb.
Nispet eki alan kelimelere Türkçe ekler getirildiğinde düzeltme işareti olduğu gibi kalır: millîleştirmek, millîlik, resmîleştirmek, resmîlik vb.
Ek-fiilin Yazılışı
Ek-fiilin çekimli biçimleri (idi, imiş, ise) ayrı yazılabildiği gibi bitişik olarak da yazılabilir.
Ünsüzle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında i ünlüsü düşer, ayrıca büyük ünlü uyumuna uyar: yorgun-du (yorgun idi), güzel-miş (güzel imiş), gelir-se (gelir ise) vb.
Ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya y ünsüzü girer ve başındaki i ünlüsü düşer, ayrıca büyük ünlü uyumuna uyar: sonuncu-y-du (sonuncu idi), yabancı-y-mış (yabancı imiş), ne-y-se (ne ise) vb.
Ek-fiilin zarf-fiil eki almış biçimi olan iken ayrı yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir.
Eklenerek yazıldığında baştaki i düşer. Eklendiği kelimenin ünlüleri kalın olsa da -ken zarf-fiil ekinin ünlüsü ince kalır: başlayacak-ken (başlayacak iken), çalışıyor-ken (çalışıyor iken), durgun-ken (durgun iken), okur-ken (okur iken), olgun-ken (olgun iken), uyur-ken (uyur iken), yazar-ken (yazar iken); geliyor-ken (geliyor iken), gülmüş-ken (gülmüş iken), öğretmen-ken (öğretmen iken) vb.
iken, ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya y ünsüzü girer ve başındaki i ünlüsü düşer: evde-y-ken (evde iken), okulda-y-ken (okulda iken), okumakta-y-ken (okumakta iken), yolda-y-ken (yolda iken) vb.
Fiil Çekimi ile İlgili Yazılışlar
-a / -e, -acak / -ecek, -ayım / -eyim, -alım / -elim, -an / -en vb. eklerden önce gelen ünlü veya ekin geniş ünlüsü söyleyişe bakılmaksızın a / e ile yazılır: başlaya, gelmeye; başlayacağım, gelmeyeceksin; başlayayım, geleyim; başlayalım, gelmeyelim; başlayan, gelmeyen vb.
Türkçede kelime içinde iki ünlü arasındaki ünsüz, kendinden sonraki ünlüyle hece kurar: a-ra-ba, bi-çi-mi-ne, in-sa-nın, ka-ra-ca vb.
Kelime içinde yan yana gelen iki ünsüzden ilki kendinden önceki ünlüyle, ikincisi kendinden sonraki ünlüyle hece kurar: al-dı, bir-lik, sev-mek vb.
Kelime içinde yan yana gelen üç ünsüz harften ilk ikisi kendinden önceki ünlüyle, üçüncüsü kendinden sonraki ünlüyle hece kurar: alt-lık, Türk-çe, kork-mak vb.
Batı kökenli kelimeler, Türkçenin hece yapısına göre hecelere ayrılır: band-rol, kont-rol, port-re, prog-ram, sant-ral, sürp-riz, tund-ra, volf-ram vb.
Türkçede satır sonunda kelimeler bölünebilir fakat heceler bölünemez. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna kısa çizgi (-) konur.
Burasını ilk defa görüyormuş gibi duvarlara, perdelere, möblelere, eş-
yalara bakıyor, hayret ediyordu. Bütün bu muhitte Türk hayatına, Türk ruhu-
na ait bir gölge, bir çizgi bile yoktu. Birden Bursa'daki çocukluğunun geçti-
ği babaevini hatırladı; sofada rahat ve beyaz örtülü divanlar vardı. (Ömer Seyfettin)
İlk heceden sonraki heceler ünsüzle başlar. Bitişik yazılan kelimelerde de bu kurala uyulur: ba-şöğ-ret-men, il-ko-kul, Ka-ra-os-ma-noğ-lu vb.
Ayırmada satır sonunda ve satır başında tek harf bırakılmaz:
'''''''''''''''''''''''''''''''''''.. u-
çurtma değil,
''''''''''''''''''''''''''''''''''uçurt-
ma;
...................................................................müdafa-
a değil,
................................................................... müda-
faa;
Kesme işareti satır sonuna geldiğinde yalnız kesme işareti kullanılır; ayrıca çizgi kullanılmaz.
................................................................. Edirne'
nin...
.................................................................. Ankara'
dan.......
.................................................................. 1996'
da...
İkilemeler ayrı yazılır: adım adım, ağır ağır, akın akın, allak bullak, aval aval (bakmak), çeşit çeşit, derin derin, gide gide, güzel güzel, karış karış, kös kös (dinlemek), kucak kucak, şıpır şıpır, tak tak (vurmak), takım takım, tıkır tıkır, yavaş yavaş, kırk elli (yıl), üç beş (kişi), yüz yüz elli (yıllık) vb.
bata çıka, çoluk çocuk, düşe kalka, eciş bücüş, eğri büğrü, enine boyuna, eski püskü, ev bark, konu komşu, pılı pırtı, salkım saçak, sere serpe, soy sop, süklüm püklüm, yana yakıla, yarım yamalak vb.
m ile yapılmış ikilemeler de ayrı yazılır: at mat, çocuk mocuk, dolap molap, kapı mapı, kitap mitap vb.
İsim durum ekleri ve iyelik ekiyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır: baş başa, diz dize, el ele, göz göze, iç içe, omuz omuza, yan yana; baştan başa, daldan dala, elden ele, günden güne, içten içe, yıldan yıla; başa baş, bire bir (ölçü), dişe diş, göze göz, teke tek; ardı ardına, boşu boşuna, günü gününe, peşi peşine, ucu ucuna vb.
ile, ayrı olarak yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir.
ile, ünsüzle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında i ünlüsü düşer ve büyük ünlü uyumuna uyar: bulut-la (bulut ile), çiçek-le (çiçek ile), kuş-la (kuş ile) vb.
ile, ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya y ünsüzü girer ve başındaki i ünlüsü düşer: arkadaşı-y-la (arkadaşı ile), çevre-y-le (çevre ile), sürü-y-le (sürü ile), yapı-y-la (yapı ile) vb.
Kısaltma; bir kelimenin, terimin veya özel adın, içerdiği harflerden biri veya birkaçı ile daha kısa olarak ifade edilmesi ve simgeleştirilmesidir. Kısaltmalarla ilgili kurallar şunlardır:
1. Kuruluş, ülke, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları her kelimenin ilk harfinin büyük olarak yazılmasıyla yapılır: TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi), TDK (Türk Dil Kurumu), ABD (Amerika Birleşik Devletleri); KB (Kutadgu Bilig); TD (Türk Dili), TK (Türk Kültürü), TDED (Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi); B (batı), D (doğu), G (güney), K (kuzey); GB (güneybatı), GD (güneydoğu), KB (kuzeybatı), KD (kuzeydoğu) vb.
Ancak bazen kelimelerin, özellikle son kelimenin birkaç harfinin kısaltmaya alındığı da görülür. Bazen de aradaki kelimelerden hiç harf alınmadığı olur. Bu tür kısaltmalarda, kısaltmanın akılda kalabilmesi için yeni bir kelime oluşturma amacı güdülür: BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi), İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), TÖMER (Türkçe Öğretim Merkezi) vb.
Gelenekleşmiş olan T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) ve T. (Türkçe) kısaltmalarının dışında büyük harflerle yapılan kısaltmalarda nokta kullanılmaz.
2. Ölçü birimlerinin uluslararası kısaltmaları kullanılır: m (metre), mm (milimetre), cm (santimetre), km (kilometre), g (gram), kg (kilogram), l (litre), hl (hektolitre), mg (miligram), m² (metrekare), cm² (santimetrekare) vb.
3. Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarıyla ölçülerin dışında kalan kelime veya kelime gruplarının kısaltılmasında, ilk harfle birlikte kelimeyi oluşturan temel harfler dikkate alınır. Kısaltılan kelime veya kelime grubu; özel ad, ünvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins isim ise ilk harf küçük olur: Alm. (Almanca), İng. (İngilizce), Kocatepe Mah. (Kocatepe Mahallesi), Güniz Sok. (Güniz Sokağı), Prof. (Profesör), Dr. (Doktor), Av. (Avukat), Alb. (Albay), Gen. (General); sf. (sıfat), haz. (hazırlayan), çev. (çeviren), ed. (edebiyat), fiz. (fizik), kim. (kimya) vb.
* * *
Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu esas alınır: cm'yi, kg'dan, mm'den, kr.un. Büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde ise kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır: BDT'ye, TDK'den, THY'de, TRT'den, TL'nin vb. Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas alınır: ASELSAN'da, BOTAŞ'ın, NATO'dan, UNESCO'ya vb.
UYARI: Numara sözünün kısaltması da kelime gibi okunduğundan getirilecek olan ek okunuşa göre getirilecektir: No.lu, No.suz
Sonunda nokta bulunan kısaltmalarla üs işaretli kısaltmalara gelen ekler kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin veya üs işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, Alm.dan, İng.yi; cm³e (santimetreküpe), m²ye (metrekareye), 64ten (altı üssü dörtten) vb.
Sert ünsüzle biten kısaltmalar, ek aldıkları zaman okunuşta sert ses yumuşatılmaz: AGİK'in (AGİĞ'in değil), CMUK'un (CMUĞ'un değil), RTÜK''e (RTÜĞ'e değil), TÜBİTAK'ın (TÜBİTAĞ'ın değil) vb.
Ancak birlik kelimesiyle yapılan kısaltmalarda söyleyişte k'nin yumuşatılması normaldir: ÇUKOBİRLİK'e (söylenişi ÇUKOBİRLİĞE), FİSKOBİRLİK'in (söylenişi FİSKOBİRLİĞİN) vb.
Kesme İşareti ( ' )
'Onun için Batı'da bunlara birer fonksiyon buluyorlar.' (Burhan Felek)
1919 senesi Mayıs'ının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. (Atatürk)
Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman ekten önce kesme işareti kullanılır: Hisar'dan, Boğaz'dan vb.
Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: Bu Kanun'un 17. maddesinin c bendi' Yukarıda adı geçen Yönetmelik'in 2'nci maddesine göre' vb.
Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan önce kullanılır: Yunus Emre'nin (1240'-1320), Yakup Kadri'nin (Karaosmanoğlu) vb.
Ek getirildiğinde Avrupa Birliği kesme işareti ile kullanılır: Avrupa Birliği'ne üye ülkeler'
UYARI: Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde kesme işareti konmaz: Boğaz Köprümüzün güzelliği, Amik Ovamızın bitki örtüsü, Kuşadamızdaki liman vb.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, birleşim, oturum ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığının; Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Yürütme Kuruluna; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112'nci Birleşiminin 2'nci Oturumunda; Mavi Köşe Bakkaliyesinden vb.
UYARI: Başbakanlık, Rektörlük vb. sözler, ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde Başbakanlığa, Rektörlüğe vb. biçimlerde yazılır.
UYARI: Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün vb.
UYARI: Sonunda p, ç, t, k ünsüzlerinden biri bulunan Ahmet, Çelik, Halit, Şahap; Bosna-Hersek; Kerkük, Sinop, Tokat, Zonguldak gibi özel adlara ünlüyle başlayan ek getirildiğinde kesme işaretine rağmen Ahmedi, Halidi, Şahabı; Bosna-Herseği; Kerküğü, Sinobu, Tokadı, Zonguldağı biçiminde son ses yumuşatılarak söylenir.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan 'o' zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.
Bir ok attım karlı dağın ardına
Düştü m'ola sevdiğimin yurduna
İl yanmazken ben yanarım derdine
Engel aramızı açtı n'eyleyim (Karacaoğlan)
'Şems'in gözlerine bir şüphe çöreklendi: 'Dostum ne'n var' Her şey yolunda mı'' (Elif Şafak)
Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa (Âşık Veysel)
Bir kelimede düz ünlüden sonra düz (a, e, ı, i), yuvarlak ünlüden sonra yuvarlak dar (u, ü) veya düz geniş (a, e) ünlüler bulunur: anlaşmalı, bilek, çilek, ısırmak, ılıklaşmak, kayıkçı, seslenmek, yeşil; boyunduruk, börekçi, çocuk, güreşmek, ocakçı, odun, özlemek, sürmek, vurmak, yoklamak, yorgunluk, yumurta, yüreksiz vb.
Küçük ünlü uyumuna aykırı Türkçe kelimeler de vardır: avuç, avurt, çamur, kabuk, kavuk, kavun, kavurmak, kavuşmak, savurmak, yağmur vb.
Küçük ünlü uyumu, alıntı kelimelerde aranmaz: aktör, alkol, bandrol, daktilo, kabul, doktor, muzır, mühim, mümin, müzik, profesör, radyo, vakur vb.
Küçük ünlü uyumuna aykırı bazı kelimelere getirilen ekler, kelimenin son ünlüsüne uyar: kavun-u, konsolos-luk, muzır-lık, müzik-çi, yağmur-luk vb.
Bazı alıntı kelimelerde ekler bu uyuma girmez: alkol-lü, kabul-ü, bandrol-lü, saat-lik vb.
-ki aitlik eki yalnızca birkaç örnekte küçük ünlü uyumuna uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü vb.
Büyük ve küçük ünlü uyumuyla ilgili yukarıdaki kurallar aşağıdaki çizelgede de gösterilmiş ve örneklendirilmiştir:
a ' a, ı (takar, alır) |
o ' u, a (omuz, oya) |
e ' e, i (geçer, gelir) |
ö ' ü, e (ölçü, ördek) |
ı ' ı, a (kılıç, kısa) |
u ' u, a (uzun, ufak) |
i ' i, e (ilik, ince) |
ü ' ü, e (ütü, ürkek) |
Mastarlara Gelen Eklerin Yazılışı
-ma / -me ile biten mastarlardan sonra -a / -e, -ı / -i eklerinden biri geldiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer: çalışma-y-a, darılma-y-ı, kalaylama-y-a, okuma-y-a; görme-y-i, gülme-y-i, sevme-y-e, silme-y-i vb.
Pekiştirmeli Sözlerin Yazılışı
Sıfat veya zarf görevindeki pekiştirmeli sözler bitişik yazılır: apaçık, apak, büsbütün, çepeçevre, çırılçıplak, dümdüz, düpedüz, gömgök, güpegündüz, kapkara, kupkuru, masmavi, mosmor, paramparça, sapasağlam, sapsarı, sırılsıklam, sırsıklam, sipsivri, yemyeşil vb.
1. Sayılar harflerle de yazılabilir: bin yıldan beri, on dört gün, haftanın beşinci günü, üç ayda bir, yüz soru, iki hafta sonra, üçüncü sınıf vb.
Buna karşılık saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılarda rakam kullanılır: 17.30'da, 11.00'de, 1.500.000 lira, 25 kilogram, 150 kilometre, 15 metre kumaş, 1.250.000 kişi vb.
Saatler ve dakikalar metin içinde yazıyla da yazılabilir: saat dokuzu beş geçe, saat yediye çeyrek kala, saat sekizi on dakika üç saniye geçe, mesela saat onda vb.
Dört veya daha çok basamaklı sayıların kolay okunabilmesi amacıyla içinde geçen bin, milyon, milyar ve trilyon sözleri harfle yazılabilir: 1 milyar 500 milyon kişi, 3 bin 255 kalem, 8 trilyon 412 milyar vb.
2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: iki yüz, üç yüz altmış beş, bin iki yüz elli bir vb.
3. Para ile ilgili işlemlerle senet, çek vb. ticari belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır: 650,35 (altıyüzelliTL,otuzbeşkr.)
4. Yüzde ve binde işaretleri yazılırken sayılarla işaret arasında boşluk bırakılmaz: %25, '50 vb.
5. Adları sayılardan oluşan iskambil oyunları bitişik yazılır: altmışaltı, ellibir, yirmibir vb.
6. Romen rakamları tarihî olaylarda, yüzyıllarda, hükümdar adlarında, tarihlerde ayların yazılışında, kitap ve dergi ciltlerinde, kitapların asıl bölümlerinden önceki sayfaların numaralandırılmasında, maddelerin sıralandırılmasında kullanılır: II. Dünya Savaşı; XX. yüzyıl; III. Selim, XIV. Louis, II. Wilhelm, V. Karl, VIII. Edward; 1.XI.1928; I. Cilt; I)' II) ' vb.
7. Dört veya daha çok basamaklı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve aralarına nokta konur: 4.567, 326.197, 49.750.812, 28.434.250.310.500 vb.
8. Sayılarda kesirler virgülle ayrılır: 15,2 (15 tam, onda 2); 5,26 (5 tam, yüzde 26) vb.
9. Sıra sayıları yazıyla ve rakamla gösterilebilir. Rakamla gösterilmesi durumunda ya rakamdan sonra bir nokta konur ya da rakamdan sonra kesme işareti konularak derece gösteren ek yazılır: 15., 56., XX.; 15'inci, 56'ncı, XX'nci vb.
UYARI: Sıra sayıları ekle gösterildiklerinde rakamdan sonra sadece kesme işareti ve ek yazılır, ayrıca nokta konmaz: 8.'inci değil 8'inci, 2.'nci değil 2'nci vb.
10. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla belirtilir: 2'şer değil ikişer, 9'ar değil dokuzar, 100'er değil yüzer vb.
11. Bayağı kesirlere getirilecek ekler alttaki sayı esas alınarak yazılır: 4/8'i (dört bölü sekizi), 1/2'si (bir bölü ikisi) vb.
12. Bir zorunluluk olmadıkça cümle rakamla başlamaz.
1. Elementlerin simgeleri, uluslararası biçimleriyle kullanılır: C (karbon), Ca (kalsiyum), Fe (demir) vb.
2. Ekler elementlerin simgelerine değil adlarına getirilir: Au'ya değil altına, Fe'ye değil demire vb.
Soru Eki mı / mi / mu / mü'nün Yazılışı
Bu ek gelenekleşmiş olarak ayrı yazılır ve kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak ünlü uyumlarına uyar: Kaldı mı' Sen de mi geldin' Olur mu' İnsanlık öldü mü'
Soru ekinden sonra gelen ekler, bu eke bitişik olarak yazılır: Verecek misin' Okuyor muyuz' Çocuk muyum' Gelecek miydi' Güler misin, ağlar mısın'
Bu ek sorudan başka görevlerde kullanıldığında da ayrı yazılır: Güzel mi güzel! Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız.
UYARI: Birleşik fiillerde mi soru eki iki kelimenin arasına da gelebilir: Vaz mı geçtin'
Kökeni Türkçe olan kelimelerde bugün uzun ünlü yoktur. Uzun ünlü, Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren kelimelerde görülür: adalet (ada:let), beraber (bera:ber), ifade (ifa:de), kaide (ka:ide), numune (numu:ne), sade (sa:de), şair (şa:ir) vb. Ancak bu uzun ünlüler yazıda herhangi bir işaretle gösterilmez.
Türkçede a, e ünlüleri ile biten fiillerin şimdiki zaman çekiminde, söyleyişte de yazımda da a ünlüsü ı, u; e ünlüsü i, ü olur: başlıyor (
Birden çok heceli ve a, e ünlüleri ile biten fiiller, ünlüyle başlayan ek aldıklarında bu fiillerdeki a, e ünlülerinde söyleyişte yaygın bir daralma (ı ve i'ye dönme) eğilimi görülür. Ancak söyleyişteki ı, i ünlüleri yazıya geçirilmez: başlayan, yaşayacak, atlayarak, saklayalı, atmayalım; gelmeyen, izlemeyecek, gitmeyerek, gizleyeli, besleyelim vb.
Buna karşılık tek heceli olan demek ve yemek fiillerinde, söyleyişteki i ünlüsü yazıya da geçirilir: diyen, diyerek, diyecek, diyelim, diye; yiyen, yiyerek, yiyecek, yiyelim, yiye, yiyince, yiyip vb. Ancak deyince, deyip sözlerindeki e yazılışta korunur.
1. İki heceli bazı kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci hecelerindeki dar ünlüler düşer: ağız / ağzı, alın / alnı, bağır / bağrım, beniz / benzi, beyin / beynimiz, boyun / boynu, böğür / böğrüm, burun / burnu, geniz / genzi, göğüs / göğsün, gönül / gönlünüz, karın / karnı, oğul / oğlu; çevir- / çevril-, devir- / devril- vb.
2. Ünlüyle başlayan ek aldıklarında vurgusuz orta hecesindeki dar ünlüsü düşen kelimelerle oluşturulan ikilemelerde ikinci kelimenin dar ünlüsü düşmez: ağız ağıza, burun buruna, koyun koyuna (yatmak), omuz omuza, devirden devire, nesilden nesile, oğuldan oğula, şehirden şehire vb.
3. İçeri, dışarı, ileri, şura, bura, ora, yukarı, aşağı gibi sözler ek aldıklarında sonlarında bulunan ünlüler düşmez: içerde değil içeride, dışardan değil dışarıdan, ilerde değil ileride, şurda değil şurada, burda değil burada, orda değil orada, yukarda değil yukarıda, aşağda değil aşağıda vb.
Ünsüz Türemesi
Arapçadan dilimize giren ve özgün biçimlerinde sonunda ikiz ünsüz bulunan kelimeler Türkçede tek ünsüzle kullanılır. Bu kelimeler ünlüyle başlayan ek veya yardımcı fiille kullanıldıklarında sondaki ünsüz ikizleşir: hak (hakkı), his (hissi), ret (reddi), şer (şerri), tıp (tıbbı), zam (zammı), zan (zannı); af (affetmek), his (hissetmek) vb.
Dilimizde sert ünsüzle biten kelimeler sert ünsüzle başlayan ekler alır: aç-tı, aş-çı, bak-tım, bas-kı, çiçek-ten, düş-kün, geç-tim, ipek-çi, seç-kin, seç-ti, süt-çü vb. Yumuşak ünsüzle biten kelimeler ise yumuşak ünsüzle başlayan ekler alır: al-dı, an-dı, bil-gi, del-gi, göz-cü, ver-di, yol-da vb.
Ses yolunda bir engele çarparak çıkan seslere ünsüz denir.
Dilimizde yirmi bir ünsüz vardır: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z
Ünsüzler ses tellerinin titreşime uğrayıp uğramamasına göre iki gruba ayrılır:
1. Ses tellerinin titreşmesiyle oluşan ünsüzlere yumuşak (ötümlü, tonlu) ünsüzler adı verilir: b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z
2. Ses telleri titreşmeden oluşan ünsüzlere sert (ötümsüz, tonsuz) ünsüzler denir: ç, f, h, k, p, s, ş, t
Kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Ancak anlam farkını belirtmek üzere ad, od, sac gibi birkaç kelimenin yazılışında bu kurala uyulmaz: ad (isim), at (binek hayvanı); od (ateş), ot (bitki); sac (yassı demir), saç (kıl).
Dilimizdeki hac, şad, yâd gibi birkaç örnek dışında, alıntı kelimelerin özgün biçimlerinin sonlarında bulunan yumuşak ünsüzler sertleşir: kitap (
UYARI: Bazı alıntı kelimelerde yumuşama olmaz: ahlak / ahlakın, cumhuriyet / cumhuriyete, evrak / evrakı, hukuk / hukuku, ittifak / ittifaka, sepet / sepeti, tank / tankı vb.
Çok heceli kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında sonlarında bulunan p, ç, t, k ünsüzleri yumuşayarak b, c, d, ğ'ye dönüşür: kelep / kelebi; ağaç / ağacı, kazanç / kazancı; geçit / geçidi, kanat / kanadı; başak / başağı, bıçak / bıçağı vb. Ancak birden fazla heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşamayan kelimeler de vardır: anıt / anıtı, bulut / bulutu, kanıt / kanıtı, ölçüt / ölçütü vb.
Tek heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri ise iki ünlü arasında korunur: ak / akı, at / atı, bük / bükü, ek / eki, et / eti, göç / göçü, ip / ipi, kaç / kaçıncı, kök / kökü, ok / oku, ot / otu, saç / saçı, sap / sapı, suç / suçu, süt / sütü vb. Buna karşılık tek heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşayan kelimeler de vardır: but / budu, dip / dibi, gök / göğü, kap / kabı, kurt / kurdu, uç / ucu, yurt / yurdu vb.
Latin Harflerini Kullanan Dillerdeki Özel Adlar
1. Latin harflerini kullanan dillerdeki özel adlar özgün biçimleriyle yazılır: Beethoven, Byron, Cervantes, Chopin, Eminescu, Grimm, Horatius, Molière, Puccini, Rousseau, Shakespeare; Bologna, Buenos Aires, Iorga, Ile-de-France, Karlovy Vary, Latium, Loire, Mann, New York, Nice, Rio de Janeiro, Vaasa, Wuppertal vb. Ancak Batı dillerinde kullanılan adların okunuşları ayraç içinde gösterilebilir: Shakespeare (Şekspir) vb.
2. Eskiden dilimize yerleşmiş bazı Batı kökenli kişi ve yer adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Napolyon, Şarlken, Şarl (Demirbaş Şarl); Atina, Brüksel, Cenevre, Londra, Marsilya, Münih, Paris, Roma, Selânik, Venedik, Viyana, Zürih; Hollanda, Letonya, Lüksemburg vb.
3. Yabancı özel adlardan türetilmiş akım adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Dekartçılık, Epikürcülük, Kalvenci, Kalvencilik, Kalvenizm, Kartezyenizm, Lüterci, Lütercilik, Marksçılık, Marksist, Marksizm vb.
4. Ait olduğu dilde ayrı yazılan yer adları Türkçede de ayrı yazılır: Buenos Aires, Frankfurt am Main, Freiburg im Breisgau, Hyde Park, Mont Blanc, New Orleans, New York, Rio de Janeiro, San Marino, Wiener Neustadt, Titov Veles vb.
Arapça ve Farsça Özel Adlar
Kökeni Arapça ve Farsça olan kişi ve yer adları Türkçenin ses ve yapı özelliklerine göre yazılır: Ahmet, Bedrettin, Fuat, Mehmet, Necmettin, Nizamettin, Ömer, Rıza, Saadettin; Cezayir, Fas, Filistin, Mısır, Suudi Arabistan; Bağdat, Cidde, Erdebil, Halep, İsfahan, İskenderiye, Medine, Mekke, Şam, Şiraz, Tahran, Tebriz, Trablusgarp vb.
Yunanca Özel Adlar
Yunanca adlar yazılırken Yunan harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır: Homeros, Herodotos, Euripides, Pindaros, Solon, Sokrates, Aristoteles, Platon, Venizelos, Karamanlis, Papandreu, Onasis vb.
Ancak Herodotos, Sokrates, Aristoteles, Platon, Pythagoras, Eukleides adları dilimize Herodot, Sokrat, Aristo, Eflatun, Pisagor, Öklid biçimlerinde yerleşmiştir.
Rusça Özel Adlar
Rusça özel adlar yazılırken Rus harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır: Bolşevik, Brejnev, Çaykovski, Çehov, Dostoyevski, Gogol, Gorbaçov, İlminskiy, İlyiç, Katayev, Klyaştornıy, Malov, Mendeleyev, Prokofyev, Puşkin, Şolohov, Tolstoy, Yeltsin; Moskova, Omsk, Orenburg, Petersburg, Volga, Yenisey vb.
Uzak Doğu Dillerindeki Özel Adlar
1. Çince adlar, Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Huangho, Kanton, Nankin, Pekin, Şanghay.
Çincede soyadları küçük adlardan önce gelir. Soyadları çoklukla tek hecelidir, küçük adlar ise bir veya iki heceden oluşur. Bu adlar büyük harfle başlar; heceler arasına çizgi konur: Sun Yat-sen, Lin Yu-tang. Yalnız Konfüçyüs gibi yaygınlık kazanmış adlar bitişik yazılır.
2. Japonca adlar da Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Tokyo, Hiroşima, Nagazaki, Osaka, Kyoto; Hirohito, Kayako Hayashi, Sbuishi Kato, Masao Mori.
Türk Devletleri ve Topluluklarındaki Özel Adlar
Türk devletleri ve topluluklarındaki kişi ve yer adları Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Azerbaycan, Özbekistan; Taşkent, Semerkant, Bakü, Bişkek; Abdullah Tukay, Abdürrauf Fıtrat, Bahtiyar Vahapzade, Baykonur, Cafer Cebbarlı, Cemal Kemal, Cengiz Aytmatov, İslam Kerimov, Muhtar Avazov, Osman Nasır vb.
Noktalama ve Diğer İşaretler
. |
nokta |
, |
virgül |
; |
noktalı virgül |
? |
üç nokta |
? |
soru |
! |
ünlem |
? |
uzun çizgi |
? ? |
tırnak |
? ? |
tek tırnak |
? |
denden |
( ) |
ayraç |
[ ] |
köşeli ayraç |
{ } |
kaşlı ayraç |
? |
kesme |
^ |
düzeltme (şapka) işareti |
+ |
toplama işareti, artı |
? |
çıkarma işareti, eksi, kısa çizgi |
x ve . |
çarpma işareti, çarpı |
÷ ve : |
bölme işareti, bölü |
/ |
bölme işareti, bölü, eğik çizgi |
ters eğik çizgi |
|
: |
bölme, bölü, iki nokta |
? |
karekök |
= |
eşitlik, eşit |
? |
eşitsizlik, eşit değil |
?? |
yaklaşık olarak eşit |
± |
eksiği veya fazlası |
% |
yüzde |
? |
binde |
? |
üs, dakika |
§ ve ? |
paragraf |
./. |
yazının arkası var, çeviriniz |
./ ve · |
son sayfa, bitti |
* |
kelimeden sonra dipnot; kelimeden önce varsayım |
o |
derece |
=> |
devam |
? |
devam; gönderme |
~ |
benzerlik, yaklaşıklık, denklik |
> |
büyüktür; dil bilgisinde çıkma |
< |
küçüktür; dil bilgisinde gelişme |
*** |
bölüm sonu işareti |
? |
Türk lirası |
$ |
dolar |
? |
avro |
@ |
kuyruklu a |
Ó |
telif hakkına sahip (copyright) |
® |
telif hakkı alınmış (registered) |
KOMPOZİSYON (YAZILI VE SÖZLÜ ANLATIM)
Dilimize Fransızcadan giren kompozisyon (composition) kelimesi, ayrı ayrı parçaları bir araya getirerek bir bütün oluşturma biçimi; öğrencilere duygu ve tasarımlarını sıraya koyup açık ve etkili bir biçimde anlatmalarını öğretmek amacını güden ders, bu dersle ilgili çalışma, tahrir, kitabet anlamlarında kullanılmaktadır.
İçinde yaşadığımız dünya, bütün canlılara ve özellikle de insanoğluna ihtiyaçlarını bir düzen içinde karşılayabilecekleri bir yaratılışla sunulmuştur. Etrafımıza dikkatlice baktığımızda her şeyin bir düzenin parçası olarak karşımıza çıktığını görürüz. Canlıların bulundukları ortamla uyumları, mevsimler, Dünyamızın da içinde bulunduğu Güneş galaksisinin işleyişi, doğumlar, ölümler, renkler, kokular vs. hep bu düzenin parçası olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla dünyamızın (hayatın) işleyişindeki temel unsur düzendir.
İşte Kompozisyon genel manada insanoğlunun hayata bir düzen içinde bakabilme becerisidir. Bir makine intizamıyla işleyen bu düzenin bir parçası olabilmesi ve onun sürdürülmesine katkıda bulunabilmesidir. İnsan, bunları yapabildiği zaman daha mutlu ve huzurlu olacaktır.
Bugün dünyanın önemli problemlerine bakıldığında insanoğlunun içine doğduğu bu düzene aykırı davranışlarının temel sebep olduğu görülmektedir. İnsanın hırsları, aç gözlülükleri tabiatın temel işleyişini bozmakta ve var olan düzeni yok etmektedir. "Küresel ısınma" dediğimiz günümüzün en büyük ve en tehlikeli probleminde bu aç gözlülüğü çok açıkça görebiliriz. İnsanoğlu, bile bile yarattığı kirlilikle dünyanın düzenini bozmakta, bu da tehlikeli bir şekilde dünyamızı yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Yine insanı diğer canlılardan ayıran temel bir özellik olan estetik duygusuna da kompozisyon, yani bir düzen hâkimdir. Bu manada kompozisyon, "Resim, mimari, heykel, musiki ve edebiyat gibi değişik sahalarda, çeşitli şeylerin belirli bir düzen içeriğinde bir araya getirilmesidir." Renkler ancak bir ressamın duyuş ve düşünüşüyle bir tabloda, bir düzen içerisinde sunulduğunda bizi etkiler. Aynı şekilde bir yığın demir kum, çimento, tuğla ancak bir mimarın ellerinde bir binanın düzenli parçaları olduğunda hoşumuza gider, bize faydalı olur.
Düzensizlik, insan hayatında bir karmaşa, huzursuzluk ve mutsuzluk yaratır. Düzenin hâkim olmadığı toplumlarda, huzur ve mutluluk aramak da boşunadır. Bu bir orkestrada her sanatçının çalgısını istediği gibi, istediği zaman ve istediği tonda çalmasına benzer. Böyle bir durumda tabiidir ki, orkestradan insanların hoşuna gidecek sesler değil olsa olsa gürültü çıkacak ve herkes de bu gürültüden rahatsız olacaktır. Ancak sanatçılar bir düzen içinde melodiler oluşturduklarında insanların güzellik duygusuna hitap edebilirler ve dinlenirler.
İşte dersimizin esas konusu olan edebî kompozisyon da öncelikli olarak, duygu, düşünce, istek ve meramların yazılı ve sözlü olarak bir plan dâhilinde ve bir düzen içerisinde aktarılabilme alışkanlığı ve becerisidir. Bu bir bakıma güzel sanatların da bir kolu olarak kabul edilmektedir. Çünkü düzenin hâkim olduğu herşeyde insan estetiğini harekete geçiren bir durum söz konusudur. Öyleyse güzel konuşmak ve güzel yazmak da bir sanattır. Bu sanatta başarılı olmanın birinci şartı düşüncelerini bir düzen içerisinde aktarabilmektir.
İnsanın düşüncelerini bir düzen içerisinde aktarabilmesi için düzenli düşünme alışkanlığı kazanması lazımdır. İnsan, beyninde karma karışık duran bilgi ve düşünceleri bir birinden ayırt edebilmeli, bir önem sırasına koyup ihtiyacına göre kullanabilmelidir. İşte düzenli düşünme alışkanlığı basit olarak budur. Bu alışkanlık, önce insanı kendisini yetiştirmeye ve geliştirmeye zorlar. Çok ve etkili okuyarak kültür dağarcığını zenginleştirmeye yöneltir. Etrafının farkında olmayı öğretir. Biriktirdikleriyle, doğru ve etkili düşünme ve hayal kurma becerisini artırır.
Güzel konuşan ve güzel yazan insanlar, sosyal hayatta daha başarılı olurlar. Siyasette başarılı olan insanların birçoğunun en belirgin özelliklerinden birinin, hatta halk gözüyle bakarsak birincisinin, güzel ve etkili konuşma olduğunu hepimiz biliriz. Çünkü böyle bir konuşma (hitabet) düşünce ve fikirlerin kolay anlaşılmasını ve aktarılmasını sağlayarak hedefine daha kolay ulaşır. Yine, sınıflarda birikimlerini düzenli ve etkili olarak öğrencilerine aktarabilen öğretmenlerin daha faydalı, daha başarılı ve daha sevilen kişiler olduğu bir gerçektir. Aynı düşünceler yazılı anlatım için de geçerlidir. Yazılı anlatım için gerekli birikimi sağlamış, ana dil becerisi üst seviyede insanların yazılı anlatım etkinlikleri daha başarılı olacaktır. Bu tür insanların yazılı çalışmaları kendine özgü (kişisel) olacağı için insanların kolayca dikkatini çekecek ve beğenisini kazanacaktır.
O halde kompozisyonu gerek geniş anlamda, gerekse edebî kompozisyon anlamında hayatımızın bir parçası haline getirmeli ve ona uygun hareket etmeliyiz. Böylece, bizden başlayarak oluşacak toplumsal düzene, toplumsal huzura ve toplumsal barışa hizmet etmiş olur, daha üretken ve planlı dolayısıyla daha mutlu bir toplumun ferdi olarak yaşarız.
Öğrencilerin imtihan kâğıtlarını okuyorum. Çoğunda bir yığın bilgi var. Fakat konu ile ilgisi yok ve karma karışık. Kompozisyon işte bunların zıddıdır. Çeşitli konularda düzensiz bir yığın bilgiye sahip olmak yeterli değildir. Öğrenci herhangi bir konuda lüzumlu ile lüzumsuzu görebilmeli, fikirlerini bir sıraya koymasını öğrenmelidir.
Karışık bir taş, demir ve cam yığını bir araya geldi mi, bir mimarî eseri vücuda gelmez. Yapı için elbette buna benzer malzemeye ihtiyaç vardır. Fakat mimarî, her şeyden önce, bir düzendir. Her taş bir planın içinde yerli yerine konulunca bina göklere yükselir ve bir saadetin şarkısını söyler.
Batı dillerinden alınan kompozisyon kelimesi, çeşitli şeylerin düzenli olarak bir araya getirilmesi mânâsını taşır ve çeşitli sahalarda musikîde, resimde, mimarîde ve edebiyatta kullanılır. Kelimenin çeşitli sahalarda tatbiki de gösteriyor ki, kompozisyon muhtevadan yahut malzemeden ziyade, onların bir araya getirilişiyle ilgilidir ve çok mühim bir şeydir.
Tabiat ve hayat, insanoğluna, şekil vererek güzel ve faydalı eserler vücuda getirebileceği muazzam bir malzeme deposudur. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Dünyada renkten ve boyadan çok ne vardır? Hakiki bir ressam konu bakımından bir sıkıntı çekmez. Bütün tabiat ve hayat, işlenecek konuyla doludur. Mühim olan, herhangi bir konu etrafında bir renk kompozisyonu vücuda getirmektir.
Sanatçının tabiata ilave ettiği şey, yeni bir düzendir.
Sesler, taşlar, kelimeler ve fikirler için de durum aynıdır. Dünyada bir yığın çalgı aleti ve ses çeşidi vardır. Bunları gelişigüzel bir araya getirirseniz, sadece gürültü çıkarmış olursunuz. Musikî, çeşitli sesler arasında güzel bir düzen kurmaktır. Yahya Kemal, şiiri bir "kelimeler istifi" olarak tarif eder. Güzel bir mısrada, kelimelerin yerini değiştirdiniz mi, derhâl büyüsü kaybolur.
Öğrencilere çeşitli örnekleri vererek, dizi, sıra, istif ve düzenin ehemmiyetini anlatmak lazımdır. Düşünce karışıklığının önüne ancak böyle geçebiliriz.
Aslında her insan duyar, düşünür ve etrafında olanları fark eder. Fakat bunlar bizim içimize karma karışık olarak girer. Her insan bir duygu, düşünce ve intiba deposudur. Konuşur ve yazarken, içinde bulunulan duruma göre bu depodan bazı şeyleri seçer, cümle hâline getiririz. Eğer onlar arasında bir bağ kuramazsak, yazılan ve konuşulan şeyler, başkalarına saçma gelir. Saçmak ile ilgili olan saçma kelimesi, düzenin zıddıdır. Nazım, nizam, tanzim, muntazam kelimeleri de bir
birinin akrabasıdır. Tanzim edilmiş her şeyde nazım (şiir)'a yakın bir taraf vardır. Bir manav dükkânı veya bir vitrin tanzim edilince göze güzel görünür.
Nizam deyince akla asker ve ağaç dizisi gibi basit bir düzen gelmemelidir. Tabiattaki canlı varlıkları, nebat ve hayvanları yakından incelerseniz, teferruatına kadar işlenmiş bir nizam görürsünüz. Çiçek, kelebek, kuş, balık hatta bazı maddelerdeki renk ve şekil ahengi hayret vericidir. Bütün varlık açık veya gizli bir nizama dayanır. "Güneş Manzumesi" "Yıldızlar Cümlesi" deyimleri bir gerçeğe tekabül eder. İlim kâinatın nizamını keşfe çalışır. Öğrencilerde nizam fikrini uyandırabilmek için, ilimlerden de faydalanılabilir.
Sosyal hayatta nizamın ehemmiyetini gösteren aktüel bir konu vardır: Trafik! Vasıtalar düzenli bir şekilde hareket ederse, caddelerde hiç bir karışıklık olmaz. Hayat canlı bir şekilde akar gider. Düzene uymayanlar tarafından yol tıkanırsa, herkesin canı sıkılır. Fakat insan, kafasının içinde bir nizam tesis edemezse, dışarıda onu nasıl kurabilir? Kompozisyon dersinin gayesi öğrencilere kendi duygu ve düşünce dünyalarına bir çekidüzen vermektir. Köpekler bir paçavra buldular mı, didik didik ederler. Bazı öğrencilerin yazıları bende bu intibaı uyandırır. Bundan dolayı kompozisyon derslerini insan olmanın başlangıcı sayarım.
C- KOMPOZİSYON ÇEŞİTLERİ
a. Sözlü Kompozisyon
b. Yazılı Kompozisyon
a. Sözlü Kompozisyon (Sözlü Anlatım) ve Konuşmanın İnsan Hayatındaki Yeri ve Önemi:
İnsanoğlunun bir isteğini, ihtiyacını, kızgınlığını, korkusunu, heyecanını vb. anlatmak için kullandığı ilk araç ses ve bu seslerin oluşturduğu sözlerdi. Yani önce konuşma vardı. İnsan yukarıda belirtilen sosyal, insani ihtiyaçlarını konuşma yoluyla karşılamaya başlamıştır. Yazılı anlatım insanlık tarihi açısından bakıldığında sözlü anlatıma (konuşmaya) göre çok yeni bir etkinliktir. Bu tespitlerimizle yazıyı küçümsemek veya önemsiz göstermek niyetinde değiliz. Hepimiz biliyoruz ki insanlık tarihi, en ilkelinden günümüze kadar yazı ile başlar. Ancak söyleyecek sözleri olmayanların yazılı anlatımda başarılı olmaları düşünülebilir mi? İşte bu yüzden biz kitabımızda önce yazılı anlatımı değil, sözlü anlatımı tanıtmayı ve değerlendirmeyi tercih ettik.
Konuşma, insanın, öteki insanlarla ilişkilerini sürdürebilmesi için en çok gereksinim duyduğu ve yararlandığı önemli bir dil etkinliğidir. İnsanlar arsındaki iletişim, büyük oranda, konuşma aracılığıyla gerçekleşir. Buna göre konuşma, duygu ve düşüncelerin dil aracılığıyla aktarılması olarak tanımlanabilir. Güzel konuşma, düzenli konuşma; güzel yazma, düzenli yazma gibi bir sanattır. Etkili, düzenli bir konuşma çoğu yerde insan için önemli bir referans olmaktadır. Düşüncelerini, isteklerini bir düzen içinde sözlü olarak aktaramayan insanların çok parlak bir sosyal konuma sahip olmaları düşünülemez. Konuşma kusurları, eksiklikleri olan insanların toplum içinde küçümsendikleri hatta çoğu kez alay konusu oldukları hepimizin şahit olduğu bir gerçektir.
Onun için konuşmacı, konusunu, kuvvetli bir mantık örgüsü içinde dinleyenlerine sunmalıdır.
-Konuşmada başarılı olmanın yollarından birisi de, gerektiğinde dinlemeyi de bilmektir. Atalarımızın dediği gibi ?Söz gümüşse sükût altındır.? İnsan hep kendisi konuşmak istememeli, zamanı ve yeri geldikçe karşısındakilere de söz hakkı vermelidir. Bu sebeple konuşmada, ne zaman aktif, ne zaman pasif olunması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır.
-Konuşmada başarılı olmanın önündeki en büyük engellerden birisi, konuşmayı bozan kelimeler/sesler kullanmaktır. Bunlardan ilki, kelime bulmakta zorlanan bazı konuşmacıların, konuşmada oluşan boşluğu doldurmak için kullandıkları eee, ııı, şey gibi anlamlı anlamsız birçok kelime ve seslerdir. Bu durum, dinleyicileri sıkacağı gibi, konuşmayıcıyı da komik duruma düşürebilir. Bu konudaki bir başka kusur da bazı kelimelerin konuşmada çok sık tekrar edilmesidir. Konuşma sırasında sürekli tekrar edilen yani, şey, müthiş, hayret, güzel vb. gibi kelimeler konuşmanın akıcılığını engelleyeceği için dinleyicileri de sıkacaktır.
-Konuşmayı başarılı kılan bir başka husus da, konuşmanın içeriği (muhtevası-konusu) ile beden dilinin (jest ve mimiklerin) uyumlu olmasıdır. Konuşmacının beden dili ile konuşmasının içeriği uyumsuzsa dinleyenler üzerinde olumsuz bir etki bırakacaktır. Mesela akademik bir konu üzerinde konuşurken gereksiz el kol hareketleri yapmak, daha rahat ve farklı ortamlarda, mesela hikâye veya fıkra anlatırken başvurabildiğimiz farklı ağız veya şivelerden örnekler vermek konunun ciddiyetini bozacaktır.
-Konuşmada başarının şartlarından birisi de konuşmacının karşısındaki kişi veya kişilere uygun düzeyde konuşmasıdır. Arkadaşımızla, bir büyüğümüzle, resmi sıfatı olan bir kişiyle veya ilk defa tanıştığımız bir kişiyle, aynı şekilde, aynı kelimelerle veya kalıplarla konuşamayız. Toplu konuşma etkinliklerinde de karşımızdaki topluluğun yaş ve eğitim durumunu mutlaka göz önünde bulundurmalıyız. Konuşma süresini ve konuşmada kullanılacak kelimeleri buna göre seçmeliyiz.
-Başarılı bir sözlü anlatımda dikkat edilecek son husus da, dinleyicilerin eleştirilerini kulak ardı etmemek, eğer eleştirilerde haklılık payı varsa bu eksiklikleri gidermektir. Böylece dinleyenler üzerindeki etkimiz ve saygınlığımız daha da artacaktır.
2-Sözlü Kompozisyon Türleri:
Sözlü kompozisyon; kullanıldığı yere, zamana, konusuna, uzunluğuna, hitap edilen kitleye, katılımcılara ve uygulanışına göre türlere ayrılır.
Etkili ve Doğru Konuşmanın (Sözlü Kompozisyonun) Genel Şartları:
Kompozisyon konusunun başında da söylediğimiz gibi güzel konuşmak ve güzel yazmak bir sanattır. Bu sanatta başarılı olabilmek için onun gerektirdiği bilgi, birikim, hazırlık ve altyapıya sahip olmak gerekir. Hiçbir donanım olmaksızın, bilimsel bir altyapı olmadan sadece bir heves sonucu ben de güzel konuşurum veya ben çok güzel konuşuyorum demek boş ve faydasız bir sözden öteye geçmez. Bu tür hazırlıksız insanların konuşmaları toplumsal hayatta fayda yerine zarar getirir. İnsanı sıkıcı, itici, sevimsiz birisi yapabilir.
Bu açıdan güzel ve etkili konuşmada başarının temel şartlarını burada kısa kısa belirtmeyi faydalı görüyoruz.
-Güzel konuşmanın birinci şartı ciddi bir ?kültürel birikime? sahip olmaktır. Güzel konuşabilmemiz için önce herhangi bir konuda konuşacak sözümüz olması gerekir. Bunun için de o konuyla ilgili birikimimiz olmalıdır. Böyle bir birikime sahip değilsek konuşmamız inandırıcı olmaz ve havada kalır.
Kültürel birikimin oluşması için de doğru ve çok okumalı, birikimli insanları dinlemeyi alışkanlık haline getirmeli ve eğitimimize önem vermeliyiz.
-Güzel konuşmanın bir diğer şartı da ana dil sevgisi ve becerisinin üst düzeye çıkarılmasıdır. Ana diline ses, şekil, anlam ve cümle bilgisi bakımından hâkim olmayan bir kişinin güzel yazması gibi, güzel konuşması da beklenemez. Dilinin seslerini tanımayan bir kişinin konuşmasında, doğal olarak, telaffuz bozuklukları ortaya çıkacaktır. Kelimelerarası anlam ilgisini yeterince bilmeyen bir kişi, bir kelimeyi kullanırken gerçek, yan, mecaz veya terim anlamlarını birbirine karıştırabilir, bu da meramın anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına sebep olabilir. Yine dilinin cümle yapısını bilmeyen bir insanın kelime ve kelime gruplarının yerli yerinde kullanıldığı etkili cümleler kurabilmesi mümkün müdür? İşte bu sebeplerden dolayı güzel konuşmak isteyen bir kişinin sağlam bir dil birikimi olması gerekir.
Yine iyi bir dilbilgisi becerisi, sesimizi iyi kullanmayı da beraberinde getirecektir. Vurgu ve tonlama konusunda bilgi sahibi olamayan bir kişinin konuşmasının etkili olmasını bekleyemeyiz. Konuşma bozukluklarının bir kısmının sebebinin vurgu ve tonlama eksikliği olduğunu görüyoruz. Mesela Zafer isimli bir arkadaşımızın adının ilk hecesini uzatarak "Zaafer" şeklinde söylemesi, bir konuşma kusurudur ve doğrudan doğruya sözcük vurgusuyla ilgili bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Yine konuşma sırasında sesimizin, konuyla ilgili olarak, yükselmesi, alçalması, titremesi, yumuşaması veya sertleşmesi olan tonlama ile ilgili bilgiler de konuşmamızda ses ile konu arasında bir uyum yaratacak ve konuşmamızı etkili kılacaktır.
-Konuşmada başarılı olmanın önemli şartlarından birisi de, ilgi çekici, sınırları açıkça belirlenmiş bir konu bulmaktır. Çerçevesi çizilmemiş, konusu tam belli olmayan konuşmalar, gevezelikten öteye gitmez ve dinleyenleri sıkar.
Konuşmacılar, türler arasındaki farklılıkları bilerek konuşmazlarsa, amaçtan sapabilir, yanlışlara düşebilirler. Bu durumda topluluk karşısında mahcup olmak ve yanlış anlaşılmak da söz konusudur.?
Sözlü kompozisyon, hazırlıklı konuşma veya hazırlıksız konuşma şeklinde kullanılabilir. Hazırlıksız konuşmalar, önceden bir hazırlık yapmaksızın, sosyal hayatta karşılaştığımız durumlarda yapılan doğaçlama konuşmalardır. Dolayısıyla, yanlışa en açık kompozisyon türü, hazırlıksız konuşmalardır. Bu tür etkinliklerde geri dönüşler ve düzeltmeler oldukça zordur. Bu yüzden hazırlıksız konuşmalarda ancak, genel kültürü zengin, kuvvetli bir mantık kurgusuna sahip, kelime hazineleri geniş, öz güveni yüksek ve toplum psikolojisini bilen, eğitim düzeyi yüksek kişiler daha başarılı olurlar.
Hazırlıklı konuşmalarda ise yapılacak etkinliğin türü belli olduğu için konuşmacı, daha önceden konuşmasını bir düzen ve plan içerisinde tasarlayabilir.
Hazırlıklı veya hazırlıksız konuşma şeklinde karşımıza çıkan başlıca sözlü kompozisyon türleri şunlardır:
I. Tartışma: Daha önceden belirlenmiş bir konu ile ilgili farklı düşüncelere sahip kişilerin bir araya gelerek görüşlerini bildirmelerine, görüşlerini ortaya koyup irdelenen konu ile ilgili doğrulara ulaşma çalışmalarına tartışma denir. Tartışmanın hedefi konu ile ilgili gerçeğe ulaşmaktır.
Tartışma her konuda yapılabilir. Tartışma konusu, toplumu yakından ilgilendiren bir mesele, güncel bir olay, bir tiyatro, film, kitap vb. olabilir. Burada önemli olan konunun tartışmaya açık olmasıdır. Herkesin üzerinde hemfikir olduğu konular tartışma konusu olarak seçilmemelidir. Üzerinde çokça konuşulmuş ve genel bir mutabakat sağlanmış konulardan kaçınılmalıdır.
Tartışmaya katılacak kişiler daha önceden belirlenen konu ile ilgili araştırma yaparlar ve konu ile ilgili notlar alarak tartışmaya hazırlıklı gelirler.
Tartışmada bir başkan ve konuşmacılar bulunur. Konuşmacıların sayısı ile ilgili bir kısıtlama söz konusu değildir. Ancak tartışmanın amacına ulaşabilmesi için tartışmanın süresi ve fiziki durumu göz önünde bulundurularak konuşmacı sayısı tespit edilebilir.
Tartışmayı başkan yönetir. Tartışmanın başında konuyu tanıttıktan sonra sırasıyla konuşmacılara söz veren başkan, konuşmacılar konu dışına çıktıklarında, kırıcı olduklarında konuşmacılara müdahale edebilir. Başkan tartışmayı yönetirken tarafsız olmalı ve konuşmacılara eşit haklar tanımalıdır. Böylece tartışmanın sağlıklı ve amacına uygun yürümesini sağlar.
Konuşmacılar tartışma sırasında tartışma adabına uymalı, sırası geldikçe, söz verildikçe konuşmalıdır. Düşüncelerini sakin, inandırıcı bir ses tonuyla ifade etmelidir. Yine konuşmacılar sabırlı olmalı, diğer konuşmacıları sözlerinikesmemeli ve onları dikkatlice dinlemelidir. Böylece tartıştığı kişi ve kişilerin eksikliklerini ve yanlışlarını görecek ve kendi düşüncelerini ona göre geliştirecektir.
Tartışmanın sonunda başkan ortaya çıkan görüşleri özetleyerek belli bir sonuca bağlar.
Tartışma sınıflarda sık sık başvurulması gereken bir etkinlik olmalıdır. Böylece öğrenciler, başkalarının fikirlerine tahammül etmeyi, saygı duymayı öğrenecek, kendi düşüncelerinin her zaman doğru olmayabileceğini görecek, böylece sağlam bir demokrasi kültürü edinecektir.
II. Münazara: Daha önceden belirlenen bir konu üzerinde karşıt görüşlü iki grubun bir jüri önünde tartışmasına münazara denir. Münazara daha çok ilk ve orta öğretimde başvurulan bir tartışma biçimidir. Münazarada amaç tartışmada olduğu gibi konu ile ilgili kesin hükümlere, kesin doğrulara ulaşmak değil, seçilen konuyu daha inandırıcı ve etkili bir şekilde savunmaktır.
Münazaranın işleyişinde iki grup ve bir jüri vardır. Gruplar ve jüri en az üçer kişiden oluşur. Konuşmacıları sayısı konuya göre daha fazla da olabilir. Gruplar kendi aralarından bir kişiyi başkan seçerler. Hangi grubun ilk konuşacağı kurayla belirlendikten sonra ilk konuşacak grubun başkanı savunacakları konuyu ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sırasıyla arkadaşlarına söz hakkı verir. Her konuşmacının bir kez konuşma hakkı vardır. Grupta son konuşmayı başkan yapar. Savundukları konuyu derleyip toparlayan başkan kendi tezlerini ileri sürer. Veya konuşan ikinci grupsa diğer grupların görüşlerine karşı antitezler oluşturur.
Her iki grubun konuşması bittikten sonra jüri karşılıklı iddiaların hazırlanabilmesi için tartışmaya 10-15 dakika ara verir. Bu süre içinde gruplar karşı grupların zayıf ve eksik yönlerinden hareket ederek kendi tezlerini güçlendirecek konuşmalar tasarlarlar. Sürenin sonunda her gruptan kendi aralarından seçtikleri bir kişi grupların görüşlerini söylerler.
Bu aşamadan sonra jüri belirli ölçütlere göre grupları değerlendirerek gruplardan birisini birinci ilan ederler. Jüri değerlendirme sırasında, konuşmacıların, sunuş tarzlarını, kendilerine olan güvenlerini, dili kullanma becerilerini (vurgu, tonlama, jest ve mimikleri yerinde kullanmalarını), konuya hâkim olmalarını, konuşma adabına uygun davranmalarını, karşı tezlere inandırıcı cevap vermelerini vb. göz önünde bulundurur.
Münazara, özellikle öğrencilerimize, araştırma, kaynağa ulaşma yöntemlerinin öğrenilmesi, duygu, düşünce ve inançlarını belli bir düzen içerisinde ve topluluk karşısında aktarabilme becerisinin kazandırılması, öz güvenin pekiştirilmesi, dil becerisinin olgunlaştırılması gibi konularda katkıda bulunan önemli bir etkinliktir.
III. Açık Oturum: Önceden belirlenen ve toplumu ilgilendiren bir konunun bir başkanın idaresinde, konu ile ilgili farklı düşüncelere sahip uzmanlar tarafından tartışılmasına açık oturum denir.
Açık oturumda amaç tartışmanın sonunda kesin bir yargıya varmak, bir doğruda hemfikir olmak değildir. Amaç konunun enine boyuna tartışılmasını sağlayarak, toplumu konuyla ilgili bilgilendirmektir. Böylece konu, bütün boyutlarıyla daha geniş kitleler tarafından tanınıp değerlendirilebilecektir.
Açık oturumda bir başkan ve en az üç konuşmacı vardır. Konunun önemi ve derinliğine göre konuşmacı sayısı artabilir. Başkan açık oturumun başında konuyu ve konuşmacıları tanıttıktan sonra sırasıyla konuşmacılara söz hakkı verir. Konuşmacılar kendilerine verilen süre içerisinde konu ile ilgili görüşlerini belirtirler. Konuşmalar gerektiğinde birkaç tur sürebilir.
Açık oturuma katılan konuşmacılar hazırlıklı gelmelidir. Konuşmacılar konu ile ilgili doküman ve notlarını yanlarında bulundurabilirler.
Açık oturumun standart bir süresi yoktur. Bu süreyi duruma göre başkan belirler. Bu süre genellikle bir saatle üç saat arasında değişebilir. Eğer bu sürelerde açık oturum tamamlanmazsa başkan başka bir günde açık oturumun tekrarlanabileceğini söyleyebilir.
Açık oturum sırasında başkan, konuşmacıların konu dışına çıkmaları, kısır tartışmalara girmeleri halinde müdahale edebilir. Yine dinleyicilerin de tartışmaya katılabilmeleri için onlardan gelen soruları düzenleyerek ilgili konuşmacılara bu soruları yöneltebilir.
IV. Sempozyum (Bilgi Şöleni): Toplumu ilgilendiren, daha önceden belirlenmiş bir konuda, kendi alanlarında (sanat, bilim, meslek) uzmanlaşmış, uzmanlık alanları değişik kişilerin bir araya gelerek dinleyici önünde tartışmalarına sempozyum (bilgi şöleni) denir.
Sempozyumda amaç, konuyu farklı açılardan değerlendirerek açıklamak ve bir sonuca bağlamaktır.
Sempozyumlar genellikle birkaç gün süren büyük organizasyonlardır. Sempozyumlarda, katılımcı sayıları, süresi ve konusu göz önünde bulundurularak her gün farklı salonlarda birden çok oturum yapılabilir. Sempozyumlarda her bir oturumu oturum başkanı yönetir. Oturumlarda konuşmacı sayısı altıyı geçmez. Başkan oturumun başında konunun hangi yönünü işleyeceklerini ve katılımcıları dinleyenlere tanıttıktan sonra sırasıyla konuşmacılara söz hakkı verir. Bu etkinlikte süre sınırlı olduğu için (en fazla yirmi dakika) konuşmacılar çoğunlukla daha önceden hazırladıkları bilimsel bildirilerini özetleyerek sunarlar. Konuşmacı bu sunumdan sonra yine başkanın denetiminde bildirisini tartışmaya açarak dinleyenlerden gelen soruları cevaplandırır.
Sempozyumun son gününde düzenleyici kurum veya kuruluşun başkanı genel bir değerlendirme yaparak varılan sonuçları özetler. Sempozyumlar
bilimsel toplantılar olduğu için genellikle burada sunulan bildirilerin tam metni kitap halinde basılarak kamuoyuyla paylaşılır.
V. Panel: Bir açık oturum türü olan panel, bir başkan ve konusunda uzman en az üç, en fazla beş konuşmacının katıldığı bir sözlü etkinliktir.
Panelin konusu toplumun tümünü ilgilendiren, sosyal, siyasî, ekonomik, bilimsel veya sanatla ilgili bir konu olabilir.
Panel, paneli yöneten başkanın konuyu ve katılımcıları tanıtmasıyla başlar. Başkan daha sonra sırasıyla her konuşmacıya söz hakkı verir. Konuşmacı genellikle 10-15 dakikalık bir süre içinde konuyla ilgili görüşlerini sunar. Konuşmacılar, aynı açık oturumda olduğu gibi panele de hazırlıklı gelirler.
Konuşmaların sonunda panel başkanı konu ve konuşmalarla ilgili bir değerlendirme yapar. Panelin amacı, etkinliğin sonunda ortak bir görüşe varmak değildir. Aynı açık oturumda olduğu gibi ele alınan konu ile ilgili farklı görüşlerin kamuoyuna duyurulması ve geniş bir şekilde kamuoyunun bilgilendirilmesidir.
Panelin açık oturumdan farkı, sonunda oluşan forum kısmıdır. Panelin sonunda konuşmacılar birbirine sorular sorabileceği gibi dinleyenler de konuşmacılara sorular yöneltebilirler. Hatta dinleyenler konu ile ilgili kendi görüşlerini de ifade edebilirler.
VI. Forum: Adını eski Roma'dan halkın da katıldığı geniş tartışmaların yapıldığı yerlerden alan forum aslında bağımsız bir sözlü anlatım türü olarak kabul edilmez. Yukarıda paneli anlatırken de dediğimiz gibi panelin sonunda dinleyicilerin de tartışmaya katılmasıyla oluşan geniş katılımlı tartışmalara verilen addır.
Forumu genellikle panel başkanı yönetir. Ancak istenirse başka bir kişi de forumu yönetmek üzere seçilebilir. Başkan, forum başlamadan önce forumun nasıl yönetileceğini açıklar ve sorulacak soruların kapsamını söyler. Sonra da forumu yöneten başkanın idaresinde geniş katılımlı bir tartışma ortamı oluşur. Burada isteyen, kurallar dâhilinde panelistlere sorular sorabilir veya konuyla ilgili kendi görüşlerini açıklayabilir.
Forumda konuşmacılar, konuyu kişiselleştirmemeli, konu dışına çıkmamalı ve nezaket kurallarına uygun davranmalıdır.
VII. Kongre: Herhangi bir teşkilata bağlı insanların, bir bilim dalına bağlı uzmanların, bir araya gelerek çeşitli konuları toplu olarak görüşmeleri ve karar almalarına kongre denir. Alınan kararlar yazılı metin haline getirilir. İki çeşit kongre vardır.
a. Siyasî partilerin ve teşkilâtlarının kongresi: Bu kongrede siyasî parti ve teşkilâtlarına mensup kişiler görüşlerini açıklarlar. Yeni bir takım kararlar
alırlar. Yapılan kongrenin sonunda bazı kişilere teşkilâtla ilgili tebliğler sunarlar ve iş bölümleri yapılır.
b. Bilimsel kongre: Bilim alanında yapılan kongrelerdir. Tıp Kongresi, Türkoloji Kongresi, İktisat Kongresi gibi.
VIII. Tebliğ (Bildiri): Sahasında uzman ve yetkili bir ilim adamının kongre ve sempozyum gibi toplantılarda daha önceden belirlenen konu ile ilgili yeni çalışmalarını, buluşlarını ve tekliflerini yazılı ya da sözlü olarak sunmasına tebliğ denir.
Tebliğ metninin esasını araştırma ve inceleme sonucu hazırlanan makaleler meydana getirir. Tebliğin gayesi, yeni ilmî gelişmelerden ve icatlardan ilim dünyasını ve kamuoyunu bilgilendirmek ve haberdar etmektir.
Tebliğin nasıl olacağı, tebliği yazarken hangi ölçülere uyulacağı konusunda uygulamalar açısından tam bir bütünlük sağlanmış değildir. Ancak giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunan bir metin haline getirip, toplantı yöneticisinin vereceği süre içerisinde sunmak esastır.
IX. Seminer: Tohum veya fidan yetiştirme anlamında iken, anlam genişlemesine uğrayan bu kelime; insan yetiştirme, geliştirme anlamı kazanmıştır. Geniş anlamda; öğrenci ve mesleğe yeni başlamış kişilerin yetiştirilmesi gayesiyle hazırlatılan araştırma ve incelemelerdir. Seminerler, daima üst yetkililere ve ilgili meslektaşlara sözlü veya yazılı olarak verilir.
Bir konu hakkında, bir kişinin farklı kaynakları araştırması yoluyla topladığı bilgiyi, bir bütün halinde anlatması da bir seminerdir. Sunuluşu tebliğe benzer.
X. Brifing: Özel veya resmî bir kurumun yetkilisi tarafından, devletin üst düzey yöneticilerine veya bir üst düzey yetkilisine takdim edilen kurumla ilgili kısa bilgilerdir.
XI. Söylev (Nutuk): Eskilerin hitabe dedikleri bu etkinlik, bir topluluğa belli bir düşünceyi, bir fikri, bir duyguyu aşılamak için kapalı veya açık mekânlarda coşkulu ve edebi bir dille yapılan konuşmalara verilen addır. Eskiden bu tür konuşmaları yapanlara hatip, nutuk söyleme sanatına da hitabet denirdi.
Nutukta amaç topluluğu heyecanlandırmak ve istenilen amaca yönlendirmektir. Onun için nutuk söyleyecek kişi şu hususlara dikkat etmelidir:
1. Konuşmacı söyleyeceklerine önce kendisi inanmalıdır. Bunu dinleyenlere de hissettirmelidir.
2. Konuşan kişi sahasında tanınmış, yetkin, sevilen, sayılan bir kişi olmalıdır.
3. Konuşmacı, konuşmasını daha önceden bir plan dâhilinde hazırlamış ve prova etmiş olmalıdır.
4. Konuşma hazırlanırken hedef kitle ve konuşmanın amacı göz önünde tutulmalıdır. Kelimeler ve üslup buna göre seçilmelidir.
5- Konuşmacı toplum psikolojisini iyi bilmeli ve konuşmasını ona göre düzenlemelidir.
6. Yazılı metinlerden okunarak yapılan nutuklar sıkıcı olacağı için, konuşma, bir yazılı metine bakılarak yapılmamalıdır.
7. Hatip, kuvvetli bir dil becerisine ve zengin bir kelime hazinesine sahip olmalı, sağlam, ilgi çekici ve mantıklı cümlelerle konuşmasını sürdürebilmelidir.
8. Ses tonu, vurgu, tonlama, jest ve mimikler bilinçli ve yerli yerinde kullanılarak dinleyenlerle sıcak bir bağ kurulmalıdır.
9. Hatip, konuşması sırasında topluluğun psikolojisine göre ani kararlar verebilmeli ve konuşmasını buna ihtiyaca göre düzenleyebilmelidir.
Nutuk konularına göre siyasi, askeri, dini, hukuki, iktisadi ve akademik nutuk adlarıyla karşımıza çıkar. Bu açıdan Mustafa Kemal Atatürk'ün Büyük Nutuk'unu siyasi nutuk, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Veda Hutbesi'ni de dini nutuk örneği olarak verebiliriz.
ATATÜRK'ÜN ONUNCU YIL NUTKU
Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti?dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sür?at ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara
sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin, hiçbirinde milletimin, hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şerefle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim."
XII. Konferans
Bir konuya açıklık kazandırmak veya bir konuda bilgi vermek amacı ile bilim, teknik, sanat, edebiyat, eğitim, ekonomi, siyaset ve fikir adamlarının yaptıkları hazırlıklı konuşmalara konferans denir.
Konferansta amaç konusunda uzman olan konuşmacının bir konuyu açıklaması, öğretmesi veya herhangi bir çalışmayı tanıtmasıdır. Bu sebeple konferansta, nutukta olduğu gibi, duygu değil düşünce ön plandadır. Konferansın başarılı olabilmesi için sadece konuşmacının konusunda uzman ve yetkin bir kişi olması yetmez, dinleyenlerin de bu konuşmayı takip edebilecekleri zihinsel bir alt yapıya ve birikime sahip olmaları gerekir.
Kapalı mekânlarda yapılan konferanslarda önce konuşmacı bir sunucu tarafından dinleyenlerine tanıtılır. Genellikle bu tanıtımlarda konuşmacının kısa bir özgeçmişi verilir. Sonra konferansı verecek kişi konuşmasına konuyu ortaya koyarak başlar. Konferansçı konuşması sırasında dinleyenlerin kafasında konuyla ilgili oluşabilecek soruları açığa çıkartır ve bunların cevaplarını vererek dinleyenleri benimsetmek istediği düşüncelere doğru yönlendirir.
Konferansı verecek kişi konuşmasına hazırlıklı gelmelidir. Bunun için yazılı notlar hazırlayabilir. Ancak sürekli yazılı bir metin okunarakgerçekleştirilecek bir konferans sıkıcı olacağından konuşmacı notlarından ancak ana başlıkları hatırlamak için faydalanmalıdır.
Konferansın sonunda dinleyenler konuşmacıya soru sorabilirler. Konuşmacı hazırlıkları sırasında gelebilecek bu sorulara da genel hatları ile kafasında canlandırmalı ve ona göre hazırlanmalıdır.
XIII. Müzakere: Bazı konuların toplu olarak tartışılıp ve sonunda karara bağlanmasına müzakere denir.
Müzakerenin bizdeki en yaygın şekli TBMM müzakereleridir. Bir konu hakkında değişik konuşmalar yapılır. Önce konu yetkili bir kişi tarafından ortaya konulur. Sonra, konuyla ilgili değişik kişiler tarafından olumlu veya olumsuz görüşler dile getirilir. Konuşmaların bitiminden sonra oylama yapılır. Oylama sonucuna herkes, olumlu veya olumsuz olsa da saygı gösterir.
XIV. Meşveret: Bir derneğin bir topluluğun üye veya temsilcilerince yapılan tartışmalı toplantılardır.
Meşveret, herhangi bir konuyu görüşmek için yapılır. Toplantıyı yönetmek üzere katılımcılar arasından bir başkan seçilir.
Meşverette, ele alınan konu hakkında olumlu ve olumsuz görüşler ileriye sürülür. İleri sürülen görüşler hakkında toplantı sonunda oylama yapılır. Bu oylama kişilere değil, görüşleredir. Oylama sonunda, fazla oy alan görüş benimsenir ve uygulanır.
Meşverette, muhalefet oylama sonucuna kadardır. Meşveret İslamiyet'in getirdiği bir tartışma ve karar alma sistemidir.
b- Yazılı Kompozisyon (Yazılı Anlatım)
Sözlü anlatım gibi yazılı anlatım da insanlara arasında bir anlaşma aracıdır. Ancak yazılı anlatımın sözlü anlatımdan daha farklı yöntemleri vardır. Sözlü anlatımın sahip olduğu bazı avantajlar yazılı anlatımda olmadığı için yazma, konuşmaya göre daha fazla birikim ve dikkat isteyen bir etkinliktir.
Mesela konuşmada kullandığımız beden dilini, vurgu ve tonlamayı yazıda kullanamayız. Bu imkânlardan mahrum olan yazılı anlatımda iş, yazarın, birikimine ve becerisine kalmaktadır. Yine konuşmada bazı yanlışlar gözden kaçabilir. Ancak yazı kalıcı olduğu için bu tür yanlışlar kolayca fark edilir ve anlatımın amacını engelleyebilir. Onun için yazılı anlatımı tercih eden kişi, konuyu zihninde iyice canlandırmak, planlamak ve ona uygun kelimeleri dikkatlice seçmek zorundadır. Yine seçtiği kelimeleri zengin bir dil birikimiyle, kurallara uygun bir şekilde bir araya getirerek, açık, anlaşılır, duru cümleler kurabilmelidir.
Ders olarak yazılı anlatım dersinin amacı herkesi yazar, edebiyatçı yapmak değildir. Amaç öğrencilerin duygu ve düşüncelerini etkili olarak
aktarabilmelerini sağlayacak bilgi ve birikimle donatmaktır. Sonuç olarak güzel yazmak çok özel bir yetenek işi değildir. Herkes doğru bir eğitimle sosyal hayatında ihtiyaç duyacağı yazılı etkinlikleri yapar hale gelebilir.
1- Yazılı Kompozisyonda Başarılı Olmak İçin Gerekli Şartlar:
Yazılı anlatımda başarılı olmak için bazı bilgi, beceri, alışkanlık ve donanımlara sahip olmamız gerekir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
I- Yazma konusunda azimli olmak ve kendine güvenmek
Bir kısım öğrencimizde, özellikle de sayısal zekâsı ön planda olanlarda, güzel yazı yazamama konusunda bir ön yargı olduğunu birçok eğitimci görmüştür. Çocuklarımızın birçoğu bir yazma etkinliğiyle karşılaştığında, herhangi bir yazma gayreti içine girmeden benim bu konuda yeteneğim yok, hiçbir zaman bu konuda başarılı olamadım gibi sözlerle yazmaktan kaçınmaktadırlar. Hâlbuki yazılı anlatım, bir sanat sayılmasına rağmen, resim, müzik, heykel gibi güzel sanat dallarındaki doğuştan gelen yetenekler gibi özel bir yetenek gerektirmez. Biraz çaba gösteren kişi, asgari manada sosyal hayatını kolaylaştıracak ve zenginleştirecek yazılı anlatım etkinliklerini gerçekleştirebilir.
Bunun için kişinin önce kendine güvenmesi ve ön yargılarından kurtulması gerekir. Daha sonra da güzel yazmanın diğer şartları (okuma, gözlem yapma, doğru düşünme vb.) konusunda kendisini geliştirmelidir. Herşey, bir işi yapmayı istemek ve kendine güvenmekle başlar.
II- Çok ve dikkatli okumak
Okuma, insanoğlunun yaşam boyu sürdürdüğü yararlı bir uğraştır. İnsan okumakla kişilik kazanır, geçmiş uygarlıkları ve kültürleri tanır, onların deneyimlerinden yararlanarak yaşamını düzenler. İnsanın duygu ve düşünceleri okuyarak gelişir ve zenginleşir. Sonuçta güçlü bir yorumlama yetisi kazanır. Okumakla elde edilen bilgiler, zamanla yetersiz kalır, eskir, gereksinimlere cevap veremez duruma gelir. Bu yüzden okumada süreklilik esastır.
Okuma, insanın zihinsel ve düşünce zenginliğinin oluşmasındaki en temel çabadır. İnsan ancak okuyarak kendisini olgunlaştırabilir. Okunan her kitap insan hayatında yeni bir ufuk açar. Dünyaya farklı pencerelerden bakmayı, farklı açılardan algılamayı sağlar. Düşünce, fikir ve hayal dünyamızı zenginleştirir.
Fikri olgunluğa ulaşmış insanların birikimleri olan kitaplar aynı zamanda yazıldığı dilin de en güzel örnekleri olacağı için okuyanın dil sevgisinin ve becerisinin pekişmesine de katkıda bulunacaktır.
Okumak aslında bir sanattır. Okuma çabasını neyi, niçin, ne zaman ve nasıl okumalıdır sorularının cevaplarına göre düzenlemek lazımdır.Zihinsel bir hazırlık yapmadan ve okumanın amaç ve tekniklerini bilmeden yapılan okumalar boş, faydasız bir etkinlik olmaktan öteye gitmeyecektir. Okurken mutlaka dikkatle, okuduğumuzun zevkine vararak ve okuduğumuzu eleştirebilecek kadar anlayarak okumalıyız.
Okuyucu herhangi bir eseri okumaya karar verdiğinde bu kitaptan beklediği faydaları bilmeli, okumak için zihninin hazır olduğu, sakin zamanları seçmeli ve kitabı anlamak için okumalıdır. Bu açıdan baktığımızda okur-yazarlıkla okuyuculuğu birbirine karıştırmamamız gerekir. İlköğretimin başlangıcında bulunan çocuklarımıza öğretmenlerin zaman zaman hızlı okuma yarışmaları yaptırdıklarını görürüz. Ancak bu etkinliğin sonunda çocuklara okuduklarından ne anladığı sorulduğunda çoğu okudukları metnin konusunu bile hatırlamamaktadırlar. İşte bu yüzden çocuklarımıza okumayı sevdirirken, okuduğunu anlama ve dağarcığında biriktirebilmenin şartlarını da öğretmeliyiz.
Ülkemizde, ne yazık ki, okuma, insanî bir ihtiyaç olan yemek, içmek, dinlenmek gibi algılanmadığı için az okuyan bir toplum karşımıza çıkmakta. Bu da kitabî, güvenilir, sağlam bilgi yerine, taklidî, kulaktan dolma, eksik ve yanlış bilgilerin topluma hâkim olmasına sebebiyet vermektedir. Bunu ülkemizde çıkan gazete, dergi ve kitapların basım sayısından anlayabiliriz. Böyle bir toplumun bilim, sanat ve teknoloji yönünden dünyayla yarışmasını elbette düşünemeyiz.
Okurken, okuduğumuz yazıların planlarına da dikkat etmeliyiz. Yazının konusundan başlayarak, kelimelerin cümle içinde kullanımlarına, kelimeler arası ilişkilere, paragrafların oluşturulmasına, yazının ana fikrine, bu ana fikri desteklemek için kullanılan yardımcı fikirlere dikkat ettiğimizde, okuma sırasında bunları fark ettiğimizde iyi bir yazılı anlatımın nasıl olması gerektiğini de görmüş oluruz. Böylece edindiğimiz bu bilgileri kendi yazılı çalışmalarımızda kullanabiliriz.
Sonuç olarak, anlayarak yapılan okuma etkinliği, insana hem okuma zevk ve alışkanlığı kazandırır hem de kişinin güzellik duygusunun gelişmesine sebep olur. Aynı zamanda insanın yeni şeyler öğrenmesini de sağlar. İnsanın düşünce dünyası zenginleşir, ufku genişler, hayal dünyası genişler ve kendisinde bir yazma, anlatma isteği oluşur. Onun için toplumsal gelişim ve başarı için okumanın önemi herkese anlatılmalı ve okuma teknikleri öğretilmelidir. Aşağıda okuma konusunun işlendiği güzel bir yazı örneği bulacaksınız.
Okuma tutkuların en asilidir. Ekmek nasıl bedeni beslerse, o da öylece ruhu besler. Alphonse Karr, okuma için "tatlı tatlı kendinden geçme" demiştir. Büyük yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu "çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği kederim olmamıştır." der. Bir kitap, her zaman güvenilebilecek bir dosttur.
Yas içinde bir ahbabına, Alphonse Dauet, "Güzel kitaplar okuyun" diye yazmıştı.
İyi olarak bilinen bir kitabı okurken isteksizlik duyarsanız kendinizi zorlayın. Sevmediğinizi anlamaya, kendinizi alıştırmalısınız ki, anlamamış olduğunuzu sevebilesiniz. Zihnin kendine göre haksızlıkları, taraf tutmaları, içgüdüsel çekinmeleri vardır. On yıl önce çekemediğiniz bir kitabı beğenir, eskiden hayran olduğunuzu da yavan bulursunuz.
Bir kitabı okumadan köşeye atıp mâhkum edenler vardır. Onlara benzememeye çalışalım. Gerçek okuyucular, hoşlarına gitmeyen kitaplardan bile ağır başlı bir dille bahsederler. Kendilerini naza çekenler ancak sahte okuyuculardır. Goethe'nin şu sözünü asla unutmayalım : "İçinde bir iyi tarafı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur." Okumadığını söylemek cesaretini gösterecek az insan vardır. Bu gibilere Rousseau'yu, Montesquieu'yu, Chateaubriand'ı övün, okumamış olduklarından, küçümser bir eda ile cevap verirler.
Goethe, ömrünün son yıllarında, 1830'da, "Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür... Hayatımın seksen yılını bu işe verdim, yine de kendimden memnun olduğumu söyleyemem." demiştir.
İşte şimdi şöyle önemli bir soruyla karşılaşıyoruz: Çok yazar mı okumalı, yoksa az yazar mı okumalı?
Plinius'e bakılırsa "Yazarları çok okumalı, fakat çok yazar okumamalı"dır. Bu, şu demektir: "Yalnız iyi kitapları okuyun." Seneca'nın bu hususta fikri katidir: "Bir sürü yazar ve her neviden eser okumak, kararsızlığa ve maymun iştahlılığa işarettir. Her zaman okuyabileceklerinden istifade edebileceği bir kaç yazar seç ki onlardan sana hatıralar elde edebilesin. Ömrü yolculukta geçenlerin binlerce ev sahipleri olur ama, bir tek dostları bulunmaz. Bir tek yazara bağlanmayı ihmal edip hepsine birden göz gezdireyim diyenin de başına aynı hal gelir."
Pepit de Julleville, öğütlerinde bu kadar ileri gitmiyor. Kitapların çokluğu onu korkutmuş değildir: "Zanneder misiniz ki, diyor, gayretli öğrenci günde hiç olmazsa bir saatini okumaya veremez." Tatilin en az üç veya dört günü bu işe tahsis edilemez mi? Hâlbuki ortalama bir hesapla, günde bir saat, yılda 365, dört senede 1460 saat eder. 1460 saatte, yavaşça, hatta elde kalem olmak üzere her biri beş yüzer sayfalık seksen tane kitap okunabilir. Sekizinci sınıfa girerken, mahdut ve akıllıca tasarlanmış bir okuma planını takip eden öğrenci, dört yıl sonunda, kompozisyon dersi için son derece kıymetli bir "ilk bilgi" hazinesini elde etmiş olur.
Şimdi, nasıl okumak lâzım geldiğini söyleyeyim. Sayfaları gelişigüzel karıştırıp sonradan ciddiyetle hüküm verenler vardır. Bunları hesaba katmayalım.
Diğerleri, bütünü hakkında bir fikir edinmek için kitaba önce bir göz atıp sonradan onu yeniden ele alır, bir daha okur ve inceler bu usul iyidir. Mamafih ikinci defa okumak mecburiyetinin insanı yıldırmaması için, ağır ağır, üzerinde dura dura ve baştan sona kadar bir defa okumayı tercih ederim. Tabiatıyla bu, ikinci kez okumadan kaçınmak manasına gelmez.
Bir yazarı tanıma yolunda yavaş yavaş ilerlemek son derece faydalı bir zevktir. Kendi hesabıma, ben ağır okumayı tabiat edindim ve bundan da zarar görmedim. Hiç bir zaman elimde kalemle okumadım. Not alarak alıkonulacak veya estetik zevkine varılacak yerlerini altını çizmekle yetinirim. Okuma bitince, bir kaç gün sonra bile olsa, yazarın ismini taşıyan bir fişin üzerine eserin özetini çıkarır, tenkitçi gözüyle kendi düşüncemi yazar, incelenecek veya zikredilecek yerleri gösteririm. Bu usul bana iyi görünüyor ve zaten birçok kimselerin bundan başka bir usule müracaat ettikleri yoktur. Asıl olan, işi yarıda bırakmamaktır. Bir eserden edinilecek tesirin iyiliği veya kötülüğü, okumaya ara verip vermemeye bağlıdır. Zannımca ezber öğrenmekten kaçınmalıdır.
Okuma şekli her insanın mizacına göre değişir. Fakat ne olursa olsun tekrar okumak her zaman için şarttır. Kabiliyetin derecesi tekrar okumakla anlaşılır. Yavan eserleri tekrar okumayı arzu etmeyiz. Bir eserin iyi olup olmadığını mı bilmek istiyorsunuz, bir kaç ay sonra tekrar ele alın. Kötüyse ikinci defa okumaya gelmez, iyi ise yepyeni bir tatla karşınıza çıkar.
Antione Albalat çev. Adnan Benk
III- İyi bir gözlemci olmak
Gözlem, iyi bir yazılı anlatım için olmazsa olmaz şartlardan birisidir. Gözlem etrafımızda olanların, olup bitenlerin fark edilmesidir. Çünkü farkında olduğumuz her şey zihnimizde bir tortu bırakacak bu da kültür birikimimize katkıda bulunacaktır.
Görmekle bakmak eş anlamlı sözcükler değildir. Görmek tamamen fiziksel bir olaydır. Görme kusuru olmayan herkes için geçerlidir. Görme alanımıza giren her nesne, olay veya varlık mutlaka görüntü olarak gözümüze yansır. Ancak bizim bunlarla ilgili bir görüşümüzün olabilmesi için ona dikkatlice bakmış olmamız lazımdır. Bakmak görülen bir nesne, olay veya varlığın dikkatlice incelenmesi ve zihne nakşedilmesidir. Bakmak şuurlu bir etkinliktir. Her gün önünden geçtiğimiz bir binayı görmemiş olmamız mümkün değildir. Ama eğer dikkatlice bakıp incelemediysek onunla ilgili hiçbir şey konuşamayız veya yazamayız. Gözlem becerisi veya alışkanlığı olmayan kimselere toplumumuzda bakar kör denildiğini hepimiz biliriz.
Birçok edebi türde (öykü, roman, masal, tiyatro) bu gözlemlere dayanan paragraflara rastlarız. Bu paragraflar insan dışındaki canlı veya cansız varlıkların ayırt edici özelliklerine dayanıyorsa tasvir paragrafı, insan tasvirlerine dayanıyorsa portre paragrafı adını alır. Biz de yazacağımız yazılarda bu tür paragraflardan yararlanabiliriz. Bunun için de daha önce de belirttiğimiz gibi etrafının farkında olan iyi birer gözlemci olmalıyız.
IV- Üslûp sahibi (Bireysellik-Kendine Özgülük) olmak
Yazılı kompozisyonda başarılı olmanın temel şartlarından birisi de kendine özgülük yani üslûptur. Üslûp basit olarak herhangi bir konuya herkesin bakmaya alıştığı bir açıdan değil farklı, orijinal bir açıdan bakabilmektir.
Üslûp meselesini şu örnekle somutlaştıralım: Beş penceresi olan bir odada pencerelerden dördünü kâğıtla kapatsak ve tek pencereyi açık bıraksak, odadakilere o pencerelerden bakarak ne gördüklerini anlatmalarını istesek bize birbirine benzeyen şeyler anlatacaklardır. Çünkü hepsi de pencerenin açısının izin verdiği şeyleri görebilmektedir. İşte üslûp bunun tersidir. Üslûp, herhangi bir meseleye herkesin baktığı ve bakmaya çalıştığı açıdan değil farklı bir pencereden, farklı bir açıdan bakabilmektir.
Bu yüzden herhangi bir konuda düşüncelerimizi yazılı olarak aktarırken, basmakalıp sözlerden, önceden söylenmiş düşüncelerden uzak durmalı, yeni, söylenmemiş düşünceler bulmalı ve orijinal olmalıyız. Şunu da unutmamalıyız ki hiçbir taklit asla orijinalin yerini tutamaz. Azerbaycanlı büyük şair Bahtiyar Vahapzâde?nin Gölgede yatanların öz gölgesi yoh olur, mısrasında söylediği gibi başkalarının düşüncelerini, görüşlerini tekrar edenlerin kendi kişilikleri, üslûpları asla gelişmez.
V- Düşünmek
Kompozisyonda başarılı olmanın yollarından birisi de doğru ve etkili düşünmektir. İnsan belleği, okuduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını depolar. Mehmet Kaplan'ın deyimiyle "İnsan beyni bir intiba (düşünce) deposudur." Ancak, insan, edindiklerini bu depoda bir düzen, intizam içinde değil karmakarışık biriktirir. İşte doğru ve etkili düşünme, insanın ihtiyaç duyduğunda bu depodaki bilgileri, birbirinden ayırması (seçme), bir önem sırasına koyması (kıyaslama), ne zaman ve nasıl kullanacağını kararlaştırması (karar verme) ve ihtiyacına göre kullanması (sonucu değerlendirme)dır.
Doğru ve etkili düşünme aynı zamanda insanın kafasındaki birikimlerden faydalanarak, henüz olmamış şeylerle ilgili hayaller kurmasını da sağlar. Dolayısıyla hayal dünyası zengin insanlar ortaya çıkarır. Hayal dünyası zengin olan insanlar daha verimli ve yaratıcı olurlar. İnsanlık tarihini değiştiren büyük buluşlar önce mucitlerin hayallerinde canlanmış ve yapılmalarına ilham verilmiştir.
Düşünceyi doğru ve etkili kullanmak birçok öğrencimizde ortaya çıkan odaklanamama problemini de ortadan kaldıracaktır. Neyi, ne zaman, niçin, hangi sırayla yapacağını (veya yazacağını) bilen bir kişinin yaptığı işte başarısız
olması zayıf bir ihtimaldir. Böylece, düşünce insanı kısırlıktan kurtaracak, daha verimli bir hale getirecektir.
VI- İyi bir ana dil bilgi ve becerisine sahip olmak
Yazılı anlatımda barılı olmanın en önemli şartlarından birisi de ana dil birikimi ve becerisidir. İnsan biriktirdiklerini aktarabilmek için dile muhtaçtır. Çünkü dil, insanlar arasındaki yegâne anlaşma aracıdır. Konuşurken de yazarken de, dilimizin imkân ve zenginliklerinden faydalanırız.
MENİM ANAM
Savadsızdır,
Adını da yazabilmir menim anam.
Ancağ men say öğredib,
Ay öğredib,
İl ögredib,
En vacibi dil öğredib menim anam.
Bu dil ile tanımışam,
Hem sevinci hem de gamı.
Bu dil ile yaratmışam,
Her şiirimi, her nağmemi,
Yox men heçem,
Men yalanam.
Kitap kitap sözlerimin
Müellifi menim anam.
Büyük Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzâde'nin yukarıda veciz mısralarla ifade ettiği gibi ana dilimiz önce en yakınlarımızdan, özellikle de anamızdan, edindiğimiz kutsal bir emanettir. Bu yüzden biz de bu emanete layıkıyla sahip çıkmalı ve onu doğru ve bütün zenginlikleriyle öğrenmeyi bir görev bilmeliyiz. Ancak o zaman düşüncelerimizi, duygularımızı, hayallerimizi doğru ve etkili bir şekilde karşımızdakilere aktarabiliriz.
Dilbilgisi (gramer) konuları bazı insanlara soğuk ve itici gelebilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki bir dilin kurallarını bilmeden o dili doğru ve etkili kullanmak mümkün değildir. Bugün yabancı dil öğrenirken çocuklarımız o dilin kurallarını hiç yüksünmeden kısa sürede öğrenir ve ezberlerken, 17-18 yaşına gelmiş çocuklarımızın halen Türkçemizin temel ses kurallarından olan, dil ve dudak benzeşmesiyle ilgili kuralları bilmemesi ve bazen de bunları alaya alması, üzerinde durulması gereken ciddi bir problemdir.
Bu yüzden hiç yüksünmeden dilimizin bütün kural ve zenginliklerini, bir görev olarak, öğrenmeli ve bunları bir sınav veya ders konusu olmaktan çıkartıp kalıcı kültür haline getirmeliyiz. Daha sonra da büyük düşünürlerimizin, yazarlarımızın, edebiyatçılarımızın oluşturduğu zengin birikimimize ulaşmalı ve dilimizin bu güzel eserlerini okuyarak kendimizi yetiştirmeliyiz. Aşağılık duygusundan; kendimizi, dilimizi ve kültürümüzü küçük görmekten ancak bu şekilde kurtulabiliriz. Okuduğumuz her eser bizi dilimize biraz daha yakınlaştıracak, kelime hazinemizi zenginleştirecek ve düşünce dünyamızı genişletecektir. Böylece de yazılı ve sözlü anlatım imkânlarımız artacaktır.
2- Yazılı Kompozisyonda Takip Edilecek Yöntem
Kompozisyonda amaç ele aldığımız konuyu en doğru, etkili ve güzel bir şekilde karşımızdakilere aktarmaktır. Bu sebeple, yazılı ve sözlü kompozisyon çalışmalarını kendine özgü yöntemler kullanarak başarılı kılabiliriz. Konu ile ilgili aklımıza gelen her şeyi karma karışık aktarırsak ortaya çıkan sonuca kompozisyon demek mümkün olmayacaktır.
Bir yazılı kompozisyonda başarılı olmak için üç aşamadan oluşan şu yöntem takip edilmelidir:
Herhangi bir konuda kompozisyon yazarken düşülen en büyük hata, konu ile ilgili hiçbir zihinsel hazırlık yapmadan, konuyu kafasında canlandırmadan çalakalem yazıya başlamaktır. Böyle bir durumda yazıda bir mantık bütünlüğü sağlanamamakta, sık sık konudan uzaklaşılmakta, paragraflara arasında anlam ilişkisi kurulamamakta, dolayısıyla da iyi bir yazı ortaya çıkmamaktadır.
Bir kompozisyon yazmaya başlamadan önce, şu dört aşamadan geçerek konuyu bütün boyutlarıyla zihnimizde canlandırabiliriz:
a- Konuyu belirlemek
b- Konuyu sınırlandırmak
c- Konunun ana fikrini ve yardımcı fikirlerini bulmak
d- Ana fikri ve yardımcı fikirleri somutlaştıracak buluşlar yapmak.
a- Konuyu belirlemek
Kompozisyon yazarken çeşitli türlerden bir eser, bir atasözü veya özlü söz çıkış noktamız olabilir. Burada bize düşen en önemli görev konunun ne olduğunu tam olarak anlamaktır. Mesela yazımız M. Cemal Kuntay?ın:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır."
mısraları üzerine olsun. Burada konu bayrak, bayrak için dökülen kan, veya toprak parçası olamaz. Kompozisyonu yazacak kişi, önce zihninde bu yazının konusunun vatan sevgisi olduğunu belirlemeli ve diğer adımlarını bu konuya göre atmalıdır. Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken bir başka husus da konu ile, ilgili ana fikri birbirine karıştırmamaktır. Bu aşamada konunun tam anlaşılabilmesi için, verilen parçada, varsa, bilinmeyen kelimelerin anlamlarının da tespit edilmesi gerekir.
b- Konuyu sınırlandırmak
Her konu içinde çeşitli parçalar barındıran bir bütündür. İyi bir yazılı anlatım için düşünce aşamasında yapacağımız ikinci önemli iş, gerekiyorsa, konuyu sınırlandırmaktır. Böylece sınırları belirlenmiş bir alanımız olacağı için düşünce karmaşası ve dağınıklığıyla karşılaşmamış oluruz.
Mesela çevre kirliliği konulu bir makale yarışmasına katılsak, bu konuyu kafamızda canlandırırken konunun birçok boyutu olduğunu görürüz: toprak kirliliği, su kirliliği, hava kirliliği, gürültü kirliliği vb. gibi. Konunun bütün boyutlarını yazacağımız yazıda anlatmaya kalktığımızda iki temel problemle karşılaşabiliriz:
1- Yazının teknik olarak belirlenen sınırlarını aşabiliriz (Genellikle bu tür etkinliklerde kelime sınırlaması konulmaktadır).
2- Konunun bütün boyutlarıyla ilgili bilgimiz olmayabilir veya konunun her boyutu bulunduğumuz çevre için sorun olmayabilir.
Diyelim ki, doğduğumuz, yaşadığımız şehir veya bölgede tarımsal faaliyetler kısıtlıysa toprak kirliliği problemi kafamızda zor canlanır. Ancak okuduklarımız veya duyduklarımızla bir fikir ileri sürebiliriz. Hâlbuki bir sahil kentinde yaşayan kişi için deniz kirliliği bizzat yaşanılan bir olgu olduğu için bütün canlılığı ve boyutlarıyla problem ve çözüm önerileri tespit edilebilir. O halde herhangi bir konu üzerinde yazarken, konu genel hatlarıyla tanıtıldıktan sonra, konunun en iyi bilinen boyutuna odaklanmalıdır. Bir başka deyişle konu sınırlandırılmalıdır.
c- Konunun ana fikrini ve yardımcı fikirlerini bulmak
Konuyu belirleyip, sınırlandırdıktan sonra atılacak üçüncü adım konunun ana fikrini tespit edip, bu ana fikrin hangi yardımcı fikirlerle destekleneceğini bulmaktır.
Ana fikir; bir yazarın kendi görüş, anlayış ve sezgisine göre, ele aldığı konunun, işleyişinde temel tuttuğu ve okuyucu tarafından anlaşılmasını istediği fikirdir. Dolayısıyla ana fikir yazarın yazıda ulaşmak istediği amaç, okuyucusuna vermek istediği temel düşüncedir.
Ana fikri somutlaştırmak için kullanılan fikirlere yardımcı fikirler denir. Yardımcı fikirler birden çok sayıda olması gerektiği için çeşitli paragraflara yayılmışlardır. Özellikle yazının gelişme bölümünde karşımıza çıkacak paragrafların her birisi ana fikri desteklemek için kullanılan yardımcı fikir paragraflarıdır.
Ana fikrin ve yardımcı fikirlerin bulunmasıyla ilgili birkaç örnek verelim:
1-Konu: "Ne Mutlu Türküm Diyene."
2-Ana fikir: "Türk milletinin bir ferdi olmak büyük bir övünç sebebidir."
3-Yardımcı fikirler:
-Türk milletinin bir parçası olmak, etnik değil sosyolojik bir olgudur.
-Türk milleti tarihe yön vermiş büyük bir millettir.
-Türk milletinin insani hasletleri (özellikleri) üst düzeydedir.
-Türk milleti yarattığı kültür ve medeniyetle dünyayı etkilemiştir.
-Türk milleti kendi kutsallarına dokunulmadığı sürece barışın simgesidir.
1- Konu: Vatan, çalışkan insanların omuzları üstünde yükselir.
(Tevfik Fikret. Vatan Sevgisi)
2- Ana fikir: Gerçek vatanseverlik, vatanın yükselmesi ve gelişmesi için her sahada çalışmaktır.
3- Yardımcı fikirler:
-Vatan sevgisi sözde kalmamalıdır.
-Gerçek vatanseverler, ilim, sanat ve teknoloji sahalarında çok çalışarak vatanlarına hizmet ederler.
-Her çalışmasında ülkesinin çıkarlarını da düşünen vatanseverlerin az olduğu ülkeler dünyayla yarışamaz.
-Bir ülkenin yükselmesi, gelişmesi, refaha ulaşması sahip olduğu çalışkan fertleriyle mümkündür.
d- Buluş yapmak:
Kompozisyon yazarken geçirmemiz gereken ilk aşama olan zihinsel hazırlığın son adımı buluş yapmaktır. Buluş yapmak bir önceki aşamada bulduğumuz ana fikri ve yardımcı fikirleri bilgi ve birikimlerimizi kullanarak zihnimizde canlandırmak, böylece bu fikirleri somutlaştırmaktır. Buluş veya buluşlar ana fikrin ve yardımcı fikirlerin okuyucu üzerindeki etkisini daha da artıracak ve yazıyı hem akıcı, canlı hem de inandırıcı kılacaktır.
Zihnimizde canlandırdığımız bu konularla ilgili kısa notlar alıp, anlatma safhasında bu notlardan faydalanabileceğimiz gibi konuyla ilgili çevremizdekilerin düşüncelerinden, hakkında önceden yazılmış yazılardan da faydalanılabilir.
Bu zihinsel hazırlıklardan sonra artık yazılı kompozisyonun ikinci aşaması olan ?planlama? kısmına geçebiliriz.
II- Yazılı Kompozisyonda Plan
Üzerinde yazı yazacağımız herhangi bir konuyu zihnimizde canlandırıp buluşlar yaptıktan sonra bunları belirli bir düzen içinde önem sırasına koymak gerekir. İşte bu çalışmaya yazıda plan denir. Plan, kompozisyonun temelidir. Plansız bir yazıda düşünceler, tekrarlanabilir, birbiriyle çelişebilir ve anlaşılır, takip edilebilir olmaktan çıkabilir. Plan bize neyi, ne zaman, niye, hangi sırayla yazacağımızı sağlayacağı için bir kompozisyonun olmazsa olmaz şartıdır. İyi bir planın başlıca faydaları şunlardır:
-Neyin, ne zaman, hangi sırayla yapılacağı bilindiği için yazıda bir anlam ve mantık bütünlüğü oluşur.
-Plan yazıda tekrarları önleyerek yazının akıcılığını sağlar.
-Yazılacaklar daha önceden bilindiği için kompozisyon heyecanlanmadan, bocalamadan, rahatça yazılabilir. Bu da güzel bir kompozisyonun ortaya çıkmasını sağlar.
-Böyle bir alışkanlık hayatın her safhasında planlı yaşamayı da sağlar. Böylece hayata bir plan, düzen içinde bakabilme becerisi kazanılır.
-Güzel yazılar ortaya çıkacağı için, daha sonra yapılacak bu tür etkinlikler zevkle yapılır.
A- Plan Çeşitleri
Yazılacak yazının türüne göre üç tür plan vardır:
a) Harekî (devinsel) plan
Harekete dayalı plandır. Olaya dayanan yazılarda (hikâye, roman, tiyatro, masal vb.) kullanılan plandır. Bu tür planlarda yazının çıkış noktası olan olay veya olaylar belli bir düzen içinde sıralanırlar.
b) Fikrî-Mantıkî (düşünsel) plan
Temel felsefesi fikir (düşünce) olan yazı türlerinde (makale, fıkra, eleştiri, deneme, sohbet vb.) kullanılan plan türüdür. Bu planda ele alınan düşünce, çeşitli açılardan ele alınarak ve çeşitli yöntemlerle (açıklama, örneklendirme, tanımlama gibi) ispat edilmeye çalışılır.
c) Hissî (duygusal) plan
Duyguya dayalı bu plan duygu, hayal ve heyecan gibi özellikler taşıyan şiir ve mensur şiir gibi yazılı anlatım türlerinde karşımıza çıkar.
B- Yazılı Kompozisyonda Muhteva (içerik) Planı
Yazılı bir kompozisyon çalışması içerik olarak üç bölüm olarak planlanır:
a) Giriş bölümü
Harekî (devinsel) planlarda serim adıyla da karşımıza çıkan giriş bölümü yazılı anlatımın başlangıç bölümüdür. Bu bölümde, fazla bir ayrıntıya girmeden konu, kısaca ortaya konur. Özellikle fikrî planların uygulandığı yazılarda giriş bölümü oldukça kısa olmalıdır. Olay yazılarında ise giriş bölümü birkaç paragraftan oluşan daha uzun bölümler olarak karşımıza çıkabilir. Bu bölüm yazının anahtarı gibidir. Onun için okuyucunun ilgisini çekecek bir tarzda oluşturulmalıdır.
b) Gelişme bölümü
Harekî planla yazılan, olaya dayanan metinlerde düğüm bölümü adıyla tanımlanan gelişme bölümünde yazar zihinsel hazırlık bölümünde anlattığımız ana fikri ve yardımcı fikirleri bulma ve buluş yapma aşamasında belirlediği düşüncelerini mantıklı bir sıra içerisinde bu bölümde kullanır. Gelişme bölümü yazının en geniş bölümüdür. Birkaç paragraftan oluşabileceği gibi yazının türü ve konusuna göre sayfalarca ve birçok paragraftan da oluşabilir. Bu bölümde, daha önceden tespit edilen yardımcı fikirler, her biri ayrı bir paragrafta olmak üzere, kullanılır.
Gelişme bölümünde girişte ortaya konulan konu bütün yönleriyle ele alınır, irdelenir ve ispatlanmaya çalışılır. Bu bölümde paragraflar benzer uzunlukta kurulursa okuyucunun paragraflardaki anlam ilgisini takibi kolay olur. Dolayısıyla daha kolay anlaşılan ve kavranan bir metin ortaya çıkar.
Olay yazılarında bu bölümde girişte tanıtılan olay gelişir ve okuyucuda bir merak duygusu uyandırılmaya çalışılır.
Giriş bölümü oluşturulurken hedef kitlenin ihtiyaçları, eğitim seviyesi, yaş grubu vb. dikkate alınmalı, yazı buna göre planlanmalıdır.
c) Sonuç:
Olay metinlerde çözüm bölümüdür. Bu bölümde, giriş bölümünde tanıtılan, gelişme bölümünde bütün ayrıntısıyla irdelenen konuyla ilgili bir hükme, yargıya varılır. Bu bölüm yazının ana fikrinin işlendiği bölümdür.
Olay yazılarında ise çözüm bölümünde, gelişme bölümünde okuyucuda uyandırılan merak duygusu giderilir ve olay bir çözüme kavuşturulur.
Sonuç bölümü özellikle düşünce yazılarında olabildiğince kısa, açık ve dikkat çekici olmalı, okuyucuyu ana fikir konusunda ikna etmelidir.
YENİ ŞİİR
GİRİŞ
Yeni şiir başka, yeni şair başka. Yeni şiir dıştadır, yani bugün yeni şiir denilen şey, dış bakımdan eski şiire benzemeyen şeydir, değişiklik kalıpta; ama öz değişmemiş olabilir. Yeni şair ise şiire, kendinden önce gelenlerin eserlerinde bulunmayan bir öz getirmiş olan adamdır. Onun şiiri dıştan bakılınca, eski şiire tıpkı benzeyebilir. Nedim de Baki gibi, Naili gibi gazeller, kasideler yazar, hem de hep o konular üzerine yazar. Ama içten bakınca onun şiirinin Bâki?nin şiirinden, Nailî'nin şiirinden apayrı olduğunu görürsünüz: "Bu söz Nedim'in sözüdür." dedirten bir hali vardır. Galip için de bunları söyleyebiliriz. Nedim ile Galip edebiyatımızda birer yeni şairdir; bütün büyük şairler birer yeni şairdir. Yeni şairin başlıca vasfı eskimemektir. Nedim eskiyemez, Galip eskiyemez, Victor Hugo, Rimbaud eskiyemezler, Yahya Kemal eskiyemez (Yani ben onun yeni bir şair olduğuna, yeni bir şair olduğu için de eskimeyeceğine inanıyorum).
GELİŞME
Yeni şiir ise eskidir. Bir zamanlar gazel yazmak da elbette yeni, yepyeni, züppelik sayılacak kadar yeni bir şey olmuştur; aradan yıllar geçip herkes alışınca gazel yazmak eskimiştir. Vezinsiz, kafiyesiz şiir yazmak elli yıl sürerse, o çeşit şiirlere gene yeni mi denecek? Yeni Cami de bir gün elbet yeni imiş ki yeni denilmiş, ama bizim için eski bir aşinadır. Bir de İstanbul'un bizim çocukluğumuzdaki ahşap ?Cisr-i cedid'ini, yani Yeni Köprü?sünü düşünün, bugün öyle sanıyorum ki bir tahtası kalmadı. Edebiyat-ı Cedide bize ne kadar köhne geliyor?
Böyle söylemekle yeni şiiri, vezinsiz, kafiyesiz şiiri kötülemek mi istiyorum? Hayır, onu ne kadar sevdiğimi yıllarca söyledim durdum. Şairin keyfine karışmam: vezni, kafiyeyi ister kullanır, ister kullanmaz. Ama bir şiiri, vezinsiz, kafiyesizdir diye ille yeni bulanlardan da değilim.
Vezin, kafiye dış kalıplardır. Bir dış olduğu gibi, bir de iç kalıp vardır. Bugünkü şairlerimizi incelediğimiz zaman bulduğumuz ortak vasıflar iç kalıplardır. Dış kalıp nasıl eskirse iç kalıp da öylece eskir. Diyelim ki bugünkü şiirin, genç şiirin başlıca vasfı, bazı kimselerin söyledikleri gibi, yaşama sevgisi, yaşamaktan duyulan hazzı söylemek eskidir. Öyleyse yaşama hazzı, bugünkü şiirin iç kalıbıdır: vezinsizliği, kafiyesizliği gibi onun üzerinde de çok durmaya değmez. Yarın eskiyecek bir yenilikten bana ne? Ben ona yenilik dersem bundan yüz yıl sonra gelecek insanlar: "Buna bak, bu kadar eski bir şeye yeni diyor!" demezler mi? Benim bugün yeni sayacağım şey bundan beş yıl, bin yıl sonra da yeni gözükmelidir.
Gerek bugün, gerek bundan bin yıl sonra yeni gözükecek şey ise ancak bir şairin, bir sanat adamının kişiliği, kendinden başka kimsede bulunmayan vasfıdır. Yeni şair Homeros, yeni yazar Montaigne.
O yenilik eskimediği gibi ona benzemek de kimsenin elinden gelmez.
"Bir şairin, bir sanat adamının asıl değeri herkesten başka olmasında, kimseye benzememesindendir." demek mi istiyorum? Şair, sanat adamı bana hiç benzemiyorsa, yalnız kedini söyleyip de beni söylemiyorsa ondan bana ne? Ben bir sanat eserinde sevinçlerimi, kendi acılarımı görmeliyim ki, ona ilgi gösterebileyim, onu anlayabileyim. Yoksa bana büsbütün yabancı kalır. Onun karşısında bir şaşkınlık duyabilirim ama, onu sevemem, onu kendi hayatıma karıştıramam.
Hayır bir sanat adamının kişiliği, herkesten başka olmasında değil, herkesle bir olmasındandır. Yalnız kendisinde bulunan bir şey söyler, ama onu söylemekle bütün insanlar söyler. Yalnız kendine vergi olan bir söyleyişi vardır ki, onda küçük büyük her insan kendini bulabilir. Yeni Şair:
"Malumdur benim suhanım, mahlâs istemez." diyebilen, bunu haklı olarak söyleyebilen adamdır; ama bu: "Benim şiirimde bütün insanlık vardır, ama bunu ancak ben böyle söyler, sezdirebilirim." demektir.
SONUÇ
Öyle ise, yeni şair, yeni sanat adamı insanda kendisinden önce bilinmeyen birtakım duygular bulan; yahut o duyguları yaratan kişi midir? Hayır, hiçbir sanat adamı insanlıkta yeni bir duygu bulmaz, yeni bir duygu yaratmaz. Zaten var olan duyguları söyler. Ancak öyle söyler ki, biz o duyguların o şairin söylediğinden başka türlü söylenemeyeceğini o şairin duygularına en uygun deyişi bulduğunu anlarız. Yeni şair, eskimeyen, ölmeyen yeni şair, bir dil arasından insanlara kendilerini en iyi anlatacak, sezdirecek şekiller bulmuş olan adamdır. Nurullah Ataç (Sözden Söze)
C- Yazılı Kompozisyonda Şekil Planı
Yazılı kompozisyon yazılırken şekil planına da dikkat edilmelidir. Çünkü sonuçta kompozisyon her alanda bir düzen fikrinin yerleşmesini amaçlar. Öğrencilerin kompozisyon kâğıtlarında öğretmenlerin ilk baktıkları şey içerik değil yazının kâğıda geçirilirken kullanılan şekil planıdır. Şekil planında üç ana unsur dikkate alınır. Bunlar:
a) Sayfa düzeni
Yazılı kompozisyonlar rasgele kâğıtlara değil, çizgisiz, A4 kâğıdı dediğimiz belirli boyuttaki kâğıtlara yazılmalıdır. Kâğıtlar temiz ve kırışmamış olmalıdır.
Kompozisyon yazılılarında sadece kurşun kalem kullanılmalı, ödevlerde ise mavi veya siyah renkli tükenmez veya mürekkepli kalem kullanılabileceği gibi, bilgisayar da kullanılabilir. Hatta geri dönüşler ve düzeltmeler daha kolay olduğu için imkân dâhilinde bilgisayar tercih edilmelidir.
Yazı kâğıda geçirilirken genellikle şu ölçüler kullanılır: Kâğıdın sol üst köşesine ad-soyad, sınıf, numara, bölüm gibi kimlik bilgileri yazılır. Bunların altına satır başı yapılarak konu yazılır. Konunun altına kâğıdı ortalayarak başlık yazılır. Başlık kâğıdın 3 cm altına yazılır. Kâğıdın sol tarafında 2.5/3 cm, sağ tarafında 2 cm, alt tarafında da 2.5/3 cm boşluk bırakılır. Kâğıdın sağ üst köşesine de günün tarihi yazılır.
Satırbaşı 1 cm veya 5 harf içeriden başlatılır.
b) Başlık
Kompozisyonda mutlaka olması gereken hususlardan birisi de, kompozisyona bir başlık koymaktır. Başlık bir bakıma yazınızın adıdır. Kullanılan başlığın orijinalliği ve başarısı okuyucuyla yazıyı bütünleştirir. Bir bakıma başlık, yazının kapısını açan anahtar gibidir. Başlığı bulunmayan bir kompozisyon kesinlikle tam bir kompozisyon değildir.
Kompozisyonda başlık yazmanın ne zaman olması gerektiği sorusunun kesin bir cevabı yoktur. Başlık istenirse yazıya başlarken, istenilirse de yazı bitirildikten sonra konulabilir. Ancak konunun çerçevesini belirlemesi ve yazıyı yönlendirmesi açısından başta konulması daha faydalı olabilir. Ancak bu tamamen kişisel bir tercihtir ve yazar kendini nasıl rahat ve verimli düşünüyorsa başlık tercihini de ona göre yapabilir.
Yazılarda kullanılan başlıklar (Akademik yazılarda bu kural göz ardı edilebilir.) mümkün olduğunca kısa, konu ile ilgili, albenisi olan ilgi çekici bölümler olmalıdır. Uzun, konu ile ilgisi olmayan başlıklar okuyucunun ilgisini dağıtacağı için okuyucunun okuma isteğini de azaltır.
Başlıklar yazının üstüne sayfa ortalanarak yazılır. Başlıklarda büyük temel harfler kullanılır. Bağlaçlar ise küçük harfle başlar. Soru ve ünlem anlamı taşıyan başlıklar dışında, başlıklarda herhangi bir noktalama işareti veya süsleme kullanılmamalıdır.
c) Yazı düzeni
Kompozisyonda yazı düzeni konusunda şu hususlara dikkat edilmelidir:
-Yazı eğer elle yazılıyorsa, düzgün ve okunaklı yazılmalı, kelimeler kurallarına uygun olarak birbirinden ayrılmalıdır. Okuma sırasında kelimeler birbirine karışmamalıdır.
-Satır aralarındaki boşluk 1 cm ve 1.5 cm olmalıdır. Paragraflar arasındaki boşluk ise bundan fazla olmalıdır.
-Satır sonuna sığmayan kelimeler hecelerine ayrılırken, Türkçenin hece bölünme kuralları dikkate alınmalı ve kelimeler bölünmemelidir.
Ç- Paragraf (Yazı Bölümü) ve paragrafta plan
Paragraf Latince yazı ve bölüm anlamına gelen iki kelimeden oluşur ve Türkçe karşılığı olarak ?yazı bölümü? olarak kullanılır. Paragraf kısaca birr duyguyu, bir düşünceyi veya bir olayı değişik yönlerden açıklayan yazı bölümüne denir.
Daha önceki bölümlerde yazının zihinsel hazırlık döneminde yapılması gereken etkinliklerden birisinin de yazının ana fikrinin ve yardımcı fikirlerinin bulunması olduğunu söylemiştik. İşte paragraf, her bir yardımcı fikrin ayrı bir yazı bölümü olarak oluşturulmasıdır. Yazıdaki bu bölümler hem yazının kolay anlaşılmasını sağlar hem de yazının çeşitli boyutlarının birbirini takip eden bir anlam bütünlüğü içinde sunulmasını sağlar.
Yazılı anlatımda kullanılan paragraflar yazının rastgele bölümlere ayrılması değildir. Paragraf, yazının tümünde ele alınan konuyu çeşitli yönleriyle ele alıp açıklamaya, ispat etmeye vb. yarayan bölümler olduğuna göre, yazının bütününde oluşturmaya çalıştığımız muhteva planını her bir paragrafta da mutlaka göz önünde bulundurmalıyız. Böylece yazar düşüncelerini hiçbir karışıklığa düşmeden okuyucularına daha doğru, etkili ve düzenli aktarma imkânı sağlarken, okuyucu da doğru oluşturulmuş paragraflar sayesinde yazıyı daha rahat okur, daha rahat anlar ve takip edebilir.
İyi bir paragrafta uyulması gereken plan, aynı yazının tümünde uygulandığı gibi, paragrafın giriş, gelişme ve sonuç bölümleriyle (cümleleriyle) oluşturulmasıdır. Ancak paragraflar bazen tek cümleden oluşan çok kısa paragraflar olabileceğinden bu tür paragraflarda yukarıda bahsedilen bölümler olmaz.
-Paragrafın giriş bölümünde paragrafın konusu ortaya konur. Giriş bölümü bir tek cümleden oluşabileceği gibi birkaç cümleden de oluşabilir. Bir paragrafta soru, tasvir (betimleme), tanım veya konuşma cümleleriyle giriş yapılabilir. Genellikle paragrafın giriş cümlesi paragrafın ana düşüncesinin ortaya konulduğu temel cümledir. Böylece okuyucuda paragrafta işlenecek konu ile ilgili sağlam bir fikir oluşması sağlanır. Ancak temel cümle bazen paragrafın ortasında veya sonunda da verilebilir.
-Paragrafın gelişme cümlesinde, giriş cümlesi veya cümlelerindeki düşünceler çeşitli yönleriyle ele alınır ve yazının bütününde olduğu gibi yardımcı düşüncelerle temel konu pekiştirilmeye çalışılır. Paragrafın ana düşüncesini destekleyen yardımcı düşünceler mantıksal bir dizilişe göre sıralanır. Yine yazının bütününde olduğu gibi, zaman sırasına göre (kronolojik), görüş tarzına göre, yakınlık ve uzaklık durumuna, azdan çoğa, soldan sağa, sağdan sola, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye, bütünden parçaya, parçadan bütüne doğru sıralanabilir.
Paragrafın uzunluğu veya kısalığı paragrafta ele alınan konu ve düşünceye göre değişebilir. Ancak konu dışına çıkılarak, gereksiz ayrıntılarla uzatılarak oluşturulan uzun paragraflar sıkıcı ve verimsiz olacağından bu tür paragraflardan kaçınmak gerekir.
-Paragrafın sonuç cümle/cümleleri ise paragrafta ele alınan konu, olay ve düşüncenin bir sonuca bağlandığı cümle/cümlelerdir. Bazı paragraflarda temel cümle-ana cümle paragrafın giriş bölümünde verilirken bazı paragraflarda da bu sonuç cümlesinde verilmiş olabilir. Şimdi, anlattıklarımızı bir paragraf üzerinde görelim:
Özgürlüğe ermek, kölelikten, tutsaklıktan kaçmakla değil, köleliği, tutsaklığı yıkmakla ortadan kaldırmakla olur. (Giriş)
Özgürlük isteyen, özgürlük için uğraşan kişi Latin oyunlarında efendisinin oğlunu sevdiğine kavuşturup azat edilmeye çalışan köleye benzemez. Yalnız kendisi değil, bütün kişiler kölelikten, buyruk altında olmaktan kurtarılacak. Bir kendi için değil, bütün benzerleri için çabalar.(Gelişme)
Özgür kişi kendi kendinin, duygularının, tutkularının da kölesi değildir demiştik: Bir başına yaşayıp öylece özgür olmak isteyen kişi ise kendi kendinin özseverliğinin kölesidir. (Sonuç). (Nurullah Ataç-Diyelim,1954)
Yazının bütününde ise üç çeşit paragraf karşımıza çıkar:
-Giriş paragrafı/paragrafları
-Gelişme paragrafı/paragrafları
-Sonuç paragrafı/paragrafları
-Giriş paragrafı/paragrafları
Genellikle tek paragraftır. Ancak, olay yazılarında bu birkaç paragraftan oluşabilir. Bu bölümde gereksiz ayrıntıya girilmeksizin, herhangi bir düşünce ispat edilmeye ve bir hüküm verilmeye çalışılmaksızın konu ana hatlarıyla ortaya konur ve okuyucuya tanıtılır. Bu bölümde zaman zaman ana düşünce de kullanılıp okuyucu bu yönde konunun amacına hazırlanabilir.
-Gelişme paragrafı/paragrafları
Bu bölüm, daha önceden tespit ettiğimiz yardımcı fikirlerin belli bir sıra ve düzen içinde sıralandığı bölümdür. Yazının inandırıcılığı ve etkisi, ana fikri desteklemek için bulacağımız yardımcı fikirlerle doğrudan ilgili olduğu için bu bölüm yazının en geniş bölümüdür. Tek bir yardımcı fikirle (dolayısıyla tek bir paragraftan oluşan gelişme bölümüyle) desteklenen temel düşünce yeterince anlaşılamayacağı ve inandırıcı olmayacağı için, bu bölüm mümkün olduğunca değişik yardımcı düşüncelerin işlendiği çok sayıda paragraftan oluşmalıdır. Gelişme paragrafları oluşturulurken, paragraflardaki düşünceler birbiriyle çelişmemeli ana fikri destekleyen bir mahiyette birbiriyle uyumlu olmalıdır.
-Sonuç paragrafı/paragrafları
Yazının bir ana fikre bağlı olarak, bir hükme, yargıya bağlandığı bölümdür. Genellikle tek paragraftan oluşan kısa bir bölümdür. Ancak olay yazılarında (hikâye, roman, masal vb.) bu bölüm birkaç paragraftan da oluşabilir.
III- Anlatım
Kompozisyonda zihinsel tasarım ve plan (düzenleme)dan sonraki üçüncü aşama anlatım aşamasıdır. Bu aşamada daha önceden belirlediğimiz, sınırlarını çizdiğimiz ana fikrini ve yardımcı fikirlerini tespit ettiğimiz ve bunları bir önem sırasına koyduğumuz ve buluşlar yaptığımız bir konuyu, dilin bütün imkân ve güzelliklerini kullanarak, yazılı veya sözlü olarak ifade edebiliriz.
Şimdi sırasıyla güzel ve etkili bir anlatımda olması gereken anlatım özellikleriyle, anlatım sırasında kullanılabilecek anlatım biçimlerini örnekleriyle görelim:
A-Anlatım Özellikleri
Anlatımda (ifade etmede) temel amaç, ele alınan konunun hedef kitleye (okuyucuya-veya- sözlü anlatımda dinleyiciye) nihai amacına uygun, etkili bir şekilde aktarılabilmesidir. Özellikle yazılı anlatımlarda, yazı bir düşünce yazısı ise okuyucu ele alınan konuda ikna etmek, inandırmak; bir olay yazısı ise okuyucuyu olayın bir parçası haline getirebilmek; duygusal bir yazı ise yaratılmak istenen ortamı hazırlayıp okuyucuda estetik duygular yaratabilmek temel amaçtır. Bütün bunları sağlayabilmek için iyi bir anlatımda (özellikle de yazılı anlatımda) şu özelliklerin olması gerekir:
a) Duruluk
Bir yazılı anlatımda, anlatılanların kolay anlaşılması yazının duru olmasına bağlıdır. Yazıda duruluk, genel anlamda gereksiz kelime ve kelime gruplarından kaçınarak yazının kolay anlaşılmasını sağlamaktır.
Anlatımda duruluğu sağlayan bir başka husus da öğelerin yerli yerinde kullanıldığı cümle yapıları kurabilmektir. Böylece okuyucu metni kolayca takip edebilecektir.
Özellikle yazmaya yeni başlayan, tecrübesiz yazarlar veya yazmaya meraklı, istekli öğrencilerimiz için, duruluk açısından dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da cümlelerin takip edilebilir ölçüde kısa olmasıdır. Özensiz kurulmuş uzun cümleler, yanlışa daha açık olacağı için mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.
Duru cümleler kurarken gerekmedikçe yabancı kelimeler kullanmamalı ve Türkçe kelimeler tercih edilmelidir. Kelime tercihinde yaşayan Türkçe yani herkesin anlayabildiği, benimsediği ve kullandığı kelimeler tercih edilmelidir. Aşağıda gereksiz kelimelerden sakınılmış, Türkçenin cümle yapısına uygun, anlaşılır ve Türkçe kelimeler seçilerek oluşturulmuş duru bir paragraf örneği okuyacaksınız:
Onur, benliğimizi duyup, sevmekten ve başkaları tarafından da iyi karşılanmasını istemekten meydana gelen bir duygudur. İnsanlarda bu duygu, varlığı korumak özlemine bağlıdır ve onun neticesidir. Vücut ve ruh sağlığımız için daima iyi şartlar istememiz bu özlemlerden ileri geliyor. (İbrahim Alâettin Gövsa-Çocuk Ruhu).
Bu paragrafın birinci cümlesini duru olmaktan çıkardığımızda duru bir cümlenin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz:
Onur, kendi benliğimizi duyup sevmekten ve kendi benliğimizin başkaları tarafından da iyi karşılanmasını istemekten meydana getirilen bir
duygudur, bu cümlede altı çizili kelime veya kelime grupları ya gereksiz ya da yanlış kullanılarak anlatımın duruluğu yok edilmiştir.
b) Akıcılık
Yazının dil ve düşünce açısından kolay anlaşılacak şekilde düzenlenmesi akıcılık özelliğinin ortaya çıkmasını sağlar. Yazıda akıcılığın sağlanması için, bazı kelimelerin sık sık tekrar edilmesinden, söylenişi zor kelimeler kullanmaktan ve anlamı bilinmeyen, az kullanılan kelimelerden kaçınılmalıdır.
Yine yazının akıcı olabilmesi için hayal, duygu ve düşüncelerin sağlam bir mantık içerisinde birbirine bağlanması gerekir. Birbiriyle çelişen, birbirine zıt ve konuyla ilgili olmayan cümle veya paragrafların varlığı yazıyı akıcı olmaktan çıkarır. Bu sebeple de yazının okuyucu üzerindeki inandırıcılığı yok olur.
c) Açıklık
Kompozisyonda açıklık yazının veya sözün dinleyenler veya okuyucular tarafından hiçbir şüpheye düşmeden anlaşılabilmesidir. Yazılı anlatım açısından değerlendirdiğimizde (bazı edebi türler; şiir, mensur şiir vb. gibileri hariç), yazıda okunan bir cümlenin her okuyucu tarafından aynı şekilde anlaşılmasıdır. Anlatılan veya anlatılmak istenen şey okuyucular tarafından farklı anlaşılıyor ve değerlendiriliyorsa bu, yazının açık olmayan cümlelerden oluştuğunu gösterir.
Mesela, bir çocuğun kaybolan çantasının bulunduğunu ifade etmek için "Kaybolan çocuğun çantasını dere kenarında buldular." diye bir cümle kursak bu cümle açık bir cümle olmaz. Çünkü bu haliyle bu cümleden çocuğun kaybolduğu algısı da çıkabilir. Hâlbuki ayni düşünceyi "Çocuğun kaybolan çantasını dere kenarında buldular." şeklinde ifade etmiş olsaydık, bu cümleyi okuyan herkes kaybolanın çocuğun çantası olduğunu anlardı. O halde anlatımımızın açık ve anlaşılır olabilmesi için kelime ve kelime gruplarını anlam ve vazifelerine göre cümle içinde yerli yerinde kullanmalıyız.
Ancak bazı edebi türlerde özellikle şiir türünde anlatıma gizli anlamlar yüklemek, her okuyanda farklı bir düşünce yaratmak esas olduğu için düşünce yazılarında görmek istediğimiz açıklık özelliği bu yazılarda karşımıza çıkmayabilir.
d) Sadelik (yalınlık)
İyi bir yazılı anlatımda anlatımın sade (yalın) olması da önemlidir. Özellikle düşünce yazılarında gereksiz abartmalardan, söz sanatlarından ve hamasetten kaçınmak gerekir. Bu durum yazının ciddiyetini ve inanınırlığını engelleyeceği için bir tür bir anlatımı tercih etmemek gerekir. Duygu ve düşüncelerimizi zihnimizde oluştuğu gibi doğal, sade şekilleriyle, süs, gösteriş ve yapmacıktan uzak bir şekilde ifade etmeliyiz.
e) İçtenlik (samimilik)
Bir yazılı anlatımın veya sözlü anlatımın inandırıcı olabilmesi için, konuşanın veya yazanın önce anlatacaklarına kendisinin inanması gerekir. Bunun için anlatılanların yazarın inanç ve düşüncelerine uygun olması gerekir. İnanmadığı şeyleri ifade eden kişi kendini zorlayacağından bu, anlatıma yansıyacak ve muhataplarını ikna etmeyecektir. Bu da yazılı anlatımın inandırıcı olmasını engelleyecektir.
f) Kendine özgülük (üslûp-kişisellik)
Yazılı anlatımı başarılı kılan özelliklerden birisi de kişiselliktir. Kişisellik, herhangi bir konuyu başkalarından farklı görerek değerlendirebilmektir. Düşüncelerini alışılagelmiş, basmakalıp sözlerle değil, orijinal ifadelerle belirtebilmektir.
Ancak büyük yazarlar, edebiyatçılar için söylenebilen üslûp kişisellik çabası sonucu ortaya çıkar.
Aşağıda ünlü yazarımız Nurullah Ataç'ın yukarıda anlattığımız anlatım özelliklerini taşıyan güzel bir yazısını bulacaksınız:
AHLÂK
Ahlâkın, bize özgeyi kendimiz bilip acılarına, kaygılarına ortak olmamızı, onunla ?hemhâl? olmamızı buyuran ahlâkın başlıca koyucusu, yayıcısı edebiyattır. Bir kimsenin sıkıntılar çektiğini yüreğinden yaralandığını anlamamız için kendisini görmemiz, diyeceklerini dinlememiz yeter sanırız, oysaki yetmez, görmek dinlemek başka anlamak gerçekten anlamak başkadır da onun için anlarız, o kimse ne durumdadır, öğreniriz, bilgi ediniriz, ama bu bilgi içimize işlemez daima, bizi sarmaz. Bencildir insanoğlu, bencil olduğu için yalnız kendi dertlerini düşünür, yalnız onlara inanır, başkasında gördüğü dertleri kendisininkiler gibi kavrayamaz. Onlara omuz silkmezse, gülmezse, eğlenmezse onlarla, gene iyi!...
Bizi bu bencillikten edebiyat kurtarır; şiirler, hikâyeler, romanlar, tiyatro eserleri, denemeler kurtarır. Öteki insanların içlerini bize onlar açıverir, bize başkalarını onlar duyurur. Bir kimseyi görüp de okuduğunuz romanlardan gördüğünüz oyunlardan birinin bir kişisini hatırlarsanız: "Ah! Bu bir Anna Karenina! Bu bir Julien Sorel! Bu bir Tartuffe" dersiniz, başkalarını içlerinden anlıyorsunuz, onları kendi içinizdeki hayalinizle gerçekleştiriyorsunuz demektir. İlim öğretmez, sezdirir, kavratır, ahlâkın istediği de asıl bu sezme, kavrama gücüdür. Edebiyattan geçmemiş insanın hayali işlemez ki kendisinden başkalarına, acılarına, dertlerine ortak olabilsin, onlarla hemhâl olabilsin.
Bir toplumda ahlâkın ilerlemesi, düzelmesini istiyor musunuz? O toplumda edebiyat, sanat merakını uyandırmaya, geliştirmeye çalışın. Çocuklara, gençlere şiirler, hikâyeler, romanlar okutturun, onları tiyatrolara sinemalara gönderin. O hikâyelerin, romanların, oyunların insanları ile tanışsınlar, onların hayatlarını hayallerinde yaşasınlar, öğrensinler onların içlerini, böylece gerçekteki insanları da daha iyi anlarlar. Çocuğunuzun büyüyünce ne olacaksa olsun, küçükten siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın. İlim, bilgi sonradan gelecektir. Önce insanlığı kurmak hayalini işletmek gerekir.
Nurullah Ataç
Edebiyat Konuşmaları
B-Anlatım Biçimleri
Daha önceki bölümlerde taşıması gereken şartları ve özelliklerini belirttiğimiz anlatımın, anlatımın amacına, konusuna ve türüne göre çeşitli biçimleri vardır. Kompozisyon yazan kişi bu biçimleri, onların nasıl ve nerede kullanılacağını iyi bilmeli ve buna göre davranmalıdır.
Yazılı anlatımda kullanılan başlıca anlatım biçimleri şunlardır:
a) Açıklayıcı anlatım (Disertasyon)
Yazılı anlatım çalışmalarında en çok kullanılan anlatım biçimidir. Edebiyat, felsefe veya ahlâka dair bir gerçeği ispatlamaya, atasözü veya özdeyişlerin ifade ettiği duygu ve düşünceleri belirtmeye ve her konuda açıklayıcı bilgi vermeye açıklama (disertasyon) denir.
Herhangi bir konuda açıklama yapabilmek için önce konuyu iyi anlamak gerekir. Doğru anlaşılmamış bir konuda yazılacak bir açıklama yazısı inandırıcı olmayacağı gibi, yazanı da küçük düşürebilir.
Mesela Mustafa Kemal Atatürk'ün "Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır." özdeyişini bir açıklama yazısıyla anlatmış olalım. Eğer bu yazıda konuyu "Türklerin vatan sevgisi", "Türklerin bağımsızlıklarına düşkün oluşu" gibi anlar ve düşüncelerimizi bunlar üzerinden geliştirmeye çalışırsak yazacağımız yazı amacından uzaklaşacaktır. Yukarıdaki düşünceler olsa olsa yazı oluşturulurken faydalanılacak yardımcı fikirler olarak kullanılabilir. Yazının konusu ise "Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulup bağımsızlığını kazanması" olmalıdır. Yazımızı bu konu üzerine kurduğumuz zaman faydalı ve amacına uygun bir yazılı etkinlik ortaya çıkacaktır.
Açıklamalı anlatım özellikle atasözü ve özdeyişlerin açıklanmasında kullanılır. Burada özellikle atasözleri açıklanırken atasözlerinde kullanılan kelimelerin görünen anlamları değil, mecazî anlamlarını kavramamız ve düşüncelerimizi ona göre düzenlememiz gerektiğini bilmeliyiz.
Mesela "Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur." atasözünü açıklamaya çalışırken, deve, yar (uçurum) ve bir tutam ot kelime veya kelime gruplarının mecazî olarak neyin karşılığı olduğunu bilmeliyiz. Biz bu atasözünü,mdeve bir tutam ot için uçuruma yaklaşırsa oradan düşer ve ölür düşüncesi ve tespitine göre açıklarsak komik duruma düşer, alay konusu oluruz. Hâlbuki hepimizin de bildiği gibi bu atasözünün konusu tamahkârlık-açgözlülüktür. Bizim bu atasözünü açıklayan yazımızda açgözlü insanların küçük çıkarlar uğruna büyük tehlikelerle karşı karşıya kalabileceği ana düşüncesini işlememiz lazımdır.
Aşağıda bir özdeyişin açıklandığı güzel bir açıklama yazısı okuyacaksınız:
"İnsan ne için yaşıyorsa, onun büyüklüğü ve önemi kadar yükselir."
H. Wolpoole (1717-1797) İngiliz Yazarı
ÜLKÜNÜN ÖNEMİ
İnsanoğlu dünyaya bir amaçla gelir. Bağlı bulunduğu aileye, millete ve daha geniş anlamda insanlığa, yetiştiği çevrenin ve yeteneklerinin sınırları içinde bir eser bırakmak zorundadır. Eserin değeri, o insan hangi ülküyü kendine amaç edinmişse, o ülkünün toplumdaki yeri, anlamı ve önemi kadar yükselir. O halde kendimizi milletimizin ve insanlığın hayrına büyük davalara vermeliyiz. Ülkü, insanı toplum içinde yükseltici amaçlara yönelten, bir ışıktır.
Ülkü edindiğimiz sorunlar ne kadar değerli ve hayırlı ise, biz de o kadar değer kazanmış oluruz. Öyle olmasaydı insanlığı ışığa kavuşturan Edison, milyonlarca insanın hayatını kurtaran Penisilin'i bulan Fleming, gözümüzde bu kadar değer kazanır mıydı?
İnsanı havyadan ayıran belli başlı özellik, toplumcu ve idealist ruh yapısıdır. Bu da ancak kendimizi büyük ve önemli davaların çözümlenmesinde görevli kılmak yolu ile gerçekleşebilir. Sağlam karakterli kuşaklar yetişmesi buna bağlıdır.
Kendini memleketin ana davalarının çözümlenmesinde görevli sayan insanlar, bu dünyadan huzur dolu olarak ayrılırlar ve hayatlarını iç rahatlığı ile kapamış olurlar.
Toplum, ışığını idealist insanlardan alır. (Arif Hikmet PAR)
b) Kanıtlayıcı (ispatlama yolu ile) anlatım
Özellikle makalede, bunun yanı sıra deneme, eleştiri, fıkra gibi yazılı anlatımlarda, konferans, münazara, açık oturum, tartışma gibi sözlü anlatımlarda sıkça başvurulan bir anlatım biçimidir.
Bu anlatım biçiminde amaç okuyucuyu ve dinleyiciyi istenilen düşünce ve davranışa yönlendirmektir. Bu anlatım biçimi ele alınan konu, düşünce ve hüküm konusunda okuyucuyu veya dinleyiciyi inandırmayı amaçlar.
Herhangi bir konuda kanıtlama biçimi anlatımın kullanılabilmesi için seçilen konunun kanıtlanmaya uygun olması, kanıtlanabilmesi için tartışmaya açık yönü ve yönlerinin olması gerekir. Herkesin bildiği, üzerinde anlaştığı, uzlaştığı konuların tekrar hiç bilinmiyormuş gibi kanıtlanmaya çalışılması doğru değildir. Mesela bir münazara etkinliğinde "Su 50 derecede mi yoksa 100 derecede mi kaynar?" gibi bir tartışma konusu elbette seçilmemelidir. Herkes bilir ki su 100 derecede kaynar ve bu yüzlerce yıl önce kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir. O halde, kanıtlama biçimi anlatımın kullanılabilmesi için, ele alınan konunun kanıtlanmaya ihtiyacı olması gereği gözden kaçırılmamalıdır.
Kanıtlama biçimi anlatımını ülkemizin güncel bir probleminin işlendiği bir makaleyle örneklendirelim:
KÜLTÜR MOZAİĞİ VE MOZAİKLEŞEN BEYİNLER
Son zamanlarda Türkiye'de kültür mozaiğinden bahsetmek moda haline gelmiştir. Oysa Anadolu bilhassa 1071'den sonra bir coğrafya olarak hiçbir zaman farklı kültürlerin bir mozaiği olmamıştır. Mozaik denince birbirine eş değerde farklı kültürler ve onların maddede dışlanmış yüzleri olan medeniyetler anlaşılmaktadır. Ancak bu kültürlerden hiçbirinin coğrafyaya damgasını vuramadığı düşünülerek mozaik denmektedir. Mozaik özelliği taşıyan bir sosyal yapıda milletleşme kolay gerçekleşmez. Şu halde, mozaik iddiasında bulunanlar Türkiye'de Türk adında bir milletin varlığının da farkında olmayanlardır veya bunu reddedenlerdir.
Türk kavmi Anadolu'yu vatanlaştırdığı 1071 Malazgirt Meydan Savaşı ve öncesi medenî bir kavim olarak ticaretle uğraşan, madenleri işleyebilen, şehirler kurmuş, göçebelikle birlikte yerleşik hayata geçmiş bir özellik taşıyordu. Bu kavim Anadolu'ya da maddî ve manevî kültür özelliklerini yansıtmıştır. Türk kavmi Anadolu'ya geldiği 11. yüzyıl öncesi burada küçük topluluklarla ve Bizans'la karşılaşmıştır. O dönemde Anadolu tabiî kilometre kareye 60 kişi düşen bir coğrafya değildi. Buna rağmen, kültürlerarası temas ve kültür alışverişi görülmüş; kültür alıcısı bir özellik gösterdiğimiz gibi, kültür verici bir nitelik de ortaya koymuşuzdur. Ancak, Anadolu'ya Türk kültürü ve medeniyeti hâkim kültür olarak damgasını vurmakta da gecikmemiştir. Başka kültürlerden aldıklarımız, meselâ, bazı balık adları, yapı şekilleri gibi konular asgarî (marjinal) seviyede kalmasaydı, Anadolu Selçuklu kültüründen ve medeniyetinden bahsedilemezdi. Selçuklu bir asır içinde Anadolu'da erir ve kaybolur giderdi. Bunun arkasından da belirli bir sosyal süreç içinde Osmanlı kültür ve medeniyeti doğmazdı. Osmanlı kültür ve medeniyetinden bahsedebiliyorsak bunun temel sebebi bunların bir mozaik içinde erimemiş, fakat Anadolu coğrafyasına mührünü vurmuş olmasındandır. Anadolu'da Hitit, Urartu ve Bizans medeniyetine ait eserlerle mukayese bile edilemeyecek sayıda eser; Selçuklu ve Osmanlı'ya aittir. Bazı çevrelerde ve bunların tesir altında bıraktıkları bazı siyasîler, Anadolu'yu gerek kültür ve medeniyet, gerek etnik bakımdan bir mozaik veya ezogelin çorbası gibi gösterme yanlışı içindedirler. Kaldı ki, Anadolu'nun vatanlaştırılmasından sonra da farklı millî ve dinî topluluklarla Türkler arasında bir karışma söz konusu olmamış, kız alınmış, kız verilmemiş, Türkleşme ve buna paralel İslâmlaşma iradî ve gönüllü olarak gerçekleşmiştir. Eğer Anadolu'yu hâlâ 21. yüzyıla girerken yüzyıllar öncesinin aynı özellikleri ile var olmaya devam eden bir beşerî coğrafya olarak düşünürsek, bugün Anadolu'da canlı Asur, Urartu, Bizans, Hitit, Lidya ve Frigyalı arayışına çıkmamız gerekir. Acaba, bazı mozaikçiler Anadolu'yu dolaşırken bunlara rastlamışlar mıdır? Bu anlayış sosyal değişmeye, kültürleştirmeye meydan okuyan statik bir tarih tezi olabilir. Bu toplulukların maddi yaşama tarzları ile yaşadığımız coğrafyayı zenginleştirdikleri bir gerçektir. Ancak, bunların kültür ve medeniyetlerinin Selçuklu ve Osmanlı'ya rakip olamayacağı gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Anadolu'da hâkim kültür (dominant kültür) anlayışını dışlayarak Anadolu'yu bir dış cephe betebesi veya panedyen yer mermer döşemesi gibi ele almak gerçekleri saptırmaktır. Kaldı ki hâkim kültür, kültür alışverişi ile ortaya çıkar. Yoksa bu bir toplu tüfekli ezme hareketi değildir. Hâkim kültür sosyal bir süreçtir. İnsan iradesinin de dışındadır.
Kültür mozaiği iddiaları Türk kültür ve medeniyetinin düşmanlarınca ve gaflet içinde olanlarca yıllardır tekrarlanır durur. Bazıları da "Kibela Ana" efsanesi ile tatmin olur ve Anadolu insanının buradan türediğini iddia eder. Zaman zaman Türk kültürü yerine, Batı'da kilise ve ilahî kanunlara meydan okumuş, Batı gerçeği içinde önemli rol oynamış, insanı ve aklını merkez kabul etmiş, tabiî çevreyi kültürü belirleyen faktör olarak gören ve yeni soy kütüğü ile atalar arayışı içinde olanlar; Anadolu'yu millî bir kültür damgasından mahrum bir ülke olarak göstermeye çalışmışlardır. Onlara göre, Anadolu herhangi bir kültürün damgasını taşımayan bir yolgeçen hanı veya kavimler kapısıdır. Nitekim, "Anadolu Kültürü ve Medeniyeti" görüşü bundan dolayı tercih edilmektedir. Ancak, coğrafya, yaşama tarzı olan kültür üzerinde mutlak değil; nispi bir etkiye sahiptir. Aynı coğrafya üzerinde tarihin farklı dönemlerinde değişik ekonomik ve sosyal yapılar, siyasî rejimler görülmüştür. Yaşama tarzı olan kültür eğer hâkim ve tekili ve verici özelliklere sahipse, bu yaşama tarzına sahip insan topluluğu yaşadığı her bir coğrafyayı vatanlaştırabilmekte ve damgasını vurabilmektedir. Bundan dolayı Orta Asya'da, Türkistan'da, Anadolu'da, Balkanlar'da ve Yugoslavya içlerine kadar Türk kültürü ve yaşama tarzı Bosna Hersek'te ve Kırım'da ay yıldızlı kabirlere kadar müşahhas örneklerle farklı coğrafyalara rağmen yaşamış ve yaşatılabilmiştir. Bir zamanların ünlü futbolcusu Kovaceviç, "Sırplar bizi Türk olarak görmektedir." demektedir. Bundan dolayı 1071'den itibaren mozaik iddiaları tarihe gömülmüş ve sadece arkeoloji müzelerini süslemiştir.
Bu bakımdan Anadolu kültürü kavramı belirsizdir ve sanki Anadolu'ya burada yaşayan ve yaşamış olan hiçbir kültür ve medeniyet damgasını vuramamış, kabul edilmektedir. Bu anlayışta olanlar, 1071'de Bizans'ın yenilgisinden de rahatsızdırlar. Bu anlayış Selçuklu ve Osmanlı'yı aşağılamaktadır. Bunları içine sindiremeyen bir anlayışın Cumhuriyeti kabul edebilmesi de zordur. Çünkü sosyal ve kültürel süreç süreklilik gösterir. Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet de değildir.
Diğer taraftan, "Avrupa Kültürü" kavramı da belirsizdir. Çünkü Avrupa'da birbirinden, dilden dine, örf ve âdetlere, sanat ve edebiyata kadar farklı ve ayrılabilir millî kültürler yer almaktadır.
(Prof. Dr. Mustafa E. Erkal -Etnik Tuzak)
c) Özlü anlatım
Eskilerin veciz anlatım dediği, az sözle çok şey anlatma biçimidir. Özellikle atasözleri ve özdeyişlerde bu anlatım biçimi hâkimdir. Çünkü atasözleri ve özdeyişler az sözle çok geniş düşünce ve yargılar taşıyan duru ve açık sözlerdir.
Aşağıda özlü anlatıma örnek olmak üzere bazı atasözü ve özdeyişler verilmiştir:
"Türk kadınlarının en büyük süsü, Türk oluşlarıdır." (Leydi Montegül).
"Türkçem, benim ses bayrağım" (Fazıl Hüsnü Dağlarca).
"İnsan, vatanını sever, çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatan sayesinde kaimdir." (Namık Kemal).
İnsan eğitimle doğmaz, ama eğitimle yetişir." (Cervantes).
"Bir insanı işgal ettiği mevki değil, göz diktiği mevki ile ölçmelidir." (L. Tolstoy).
"Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir." (Bailey).
"İlim Çin'de de olsa, gidip öğreniniz!" (Hz. Muhammed).
"Tanrım, bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe ver." (Konfüçyüs).
"Zafer, 'zafer benimdir' diyebilenin, muvaffakiyet 'muvaffak olacağım' diye başlayanın ve 'muvaffak oldum' diyebilenindir." (M.Kemal Atatürk)
"Çalışmak ibadetin yarısıdır." (Türk Atasözü).
"Ruhun ilacı kitaptır ." (Japon Atasözü).
"Gençliğin kıymeti bilinse, ihtiyarlığın şikâyeti az olur." (Türk Atasözü).
ç) Tasvir (betimleme) yoluyla anlatım
İnsan dışındaki canlı veya cansız bir varlığın ayırt edici özellikleriyle tanıtılmasına tasvir (betimleme) denir. Tasvir biçimi anlatım genellikle bağımsız bir tür olarak karşımıza çıkmaz, birçok türde, hikâye, roman, masal vb. sıkça başvurulan bir anlatım biçimidir.
Canlı veya cansız bir varlığın, bir olayın, bir manzaranın vb. tasviri yapılmadan önce mutlaka iyi bir gözlem yapılmış olmalıdır. Dikkatlice yapılan bir gözleme dayanmayan tasvirler inandırıcı olmakta uzak, yavan tasvirlerdir.
Tasvir biçimi anlatım kullanılırken gereksiz ayrıntılardan ve abartmalardan kaçınılmalıdır. Anlatılan şey konusunda objektif olunmalı ve ele alınan varlığın benzerleriyle ortak veya ayrılan yönleri gerçekçi bir bakışla ortaya konulmalıdır.
Tasvirde genelden özele, bütünden parçaya giden bir yol izlenmesi daha doğru bir tavırdır. Eğer çalışma odamızın tasvirini yapacaksak bunu binanın giriş kapısından başlayıp odamıza doğru gelerek yapmalıyız.
"İstanbul'daki büyük liselerden birinin önü ana-baba günü. Parasız yatılı sınavı var. Okulun yüz yıllık çınar ağaçları, yüksek taş duvarlarının çevrelediği bahçede hışırdıyor. Sabah yeli dalların arasında. Yapraklar kımıl kımıl. Bir o yüzü bir bu yüzü parlıyor güneşin sabah ışınlarıyla. Geride bir büyük yapı. Duvarları iri, kesme taş. Okulun önünde Atatürk büstü, havuz, bayrak direği.Kapının önünde biriken veliler, öğrenciler, kaldırımlardan daracık yola taşıyorlar. Atlı arabalar, kamyonlar, taksiler, özel arabalar giriyorbirbirine. Kornalar çalınıyor. Sürücüler bağırıyorlar. Bahçe duvarının demir parmaklıklı pencerelerine abanan veliler, öğrenciler sabırsızlanarak bekliyorlar kapının açılmasını. Resmî giysili kapıcı, kuş uçurtmuyor. Bahçe kapısı açılıyor. Öğrenciler girecek. Veliler, sınav başladıktan sonra? Bahçe, bir anda kız, erkek öğrencilerle cıvıl cıvıl oluyor. İlk girenler,
şaşırıyorlar nereye gideceklerini. Yadsıyorlar. Bir ürkeklik, çekinti çoğunda. Yapıya sokulamıyor, bahçeye dağılamıyorlar.
Okul kapısı açılıyor. Kapının önündeki geniş mermer sekiye bir kürsü çıkarılıyor. Kürsünün üstüne bir mikrofon konuyor. Gözlüğü, giyidi siyah, genç bir yönetici çıkıyor kürsüye. Odacıların getirdikleri levhalar, belli aralıklarla sehpanın önüne sıralanıyor. Levhalarda aday numaraları yazılı. Yönetici konuşmaya başlıyor."
Muammer Yüzbaşıoğlu- Sınav
d) Portre yolu ile anlatım
Konusu insan olan tasvirlere portre denir. Portrede amaç tasvir edilen insanın göz önünde canlandırılmasıdır.
Portre bağımsız bir tür olarak kullanılabileceği gibi genellikle hikâye, roman, tiyatro, masal vb. gibi birçok edebi türde de sıkça karşımıza çıkar. Portrede (insan tasviri) başarılı olmak için şunlara dikkat edilmelidir:
-Portrede ele alınan kişinin diğer insanlardan ayrılan yönleri ve benzerlikleri dikkatli bir gözlemle tespit edilmelidir.
-Portrede objektif olunmalı, taraf tutulmamalı ve ön yargılardan uzak durmalıdır. Kişinin iyi ve kötü yanları beraber verilmelidir.
-Gereksiz ayrıntılardan kaçınılmalı, portrenin akıcı bir dille yazılmasına, portrede duru cümleler kullanılmasına dikkat edilmeli.
-İnsan tasviri sırasında herkesçe bilinen, kullanılan basmakalıp sözlerden kaçınılmalıdır.
Portreler konularına göre üçe ayrılırlar:
1-Fizikî portre: Kişinin sadece fiziki durumunun, dış görünüşünün betimlenmesidir.
2-Ruhî portre: Tanıtılacak kişinin sadece tutum ve davranışlarının yani iç dünyasının betimlenmesidir.
3-Fizikî ve ruhî portre: İnsanın iç dünyasını ve dış görünüşünün beraber betimlenmesidir.
Prof. Dr. Şerif Aktaş ve Doç. Dr. Osman Gündüz?ün Yazılı ve Sözlü Anlatım, Okuma-Dinleme, Konuşma-Yazma adlı kitabından aldığımız aşağıdaki örnekte hem portre hem de tasvir örneğini görebilirsiniz:
YAHYA KEMAL'İN ODASINDA
Sizlere önce, Yahya Kemal'le ilk karşılaşmamızı, tipini ve kaldığı oteldeki odasını anlatırsam, sohbetimiz her hâlde gözlerinizde daha iyi canlanır:
Tatlı bir yaz başı ikindisi yanımda, çok sevdiğim bir öğrencim var. Vitrindeki yeni kitaplara baka baka Bâbıâli yokuşunu iniyoruz. İşte tam bu sırada, çalıştığım gazete ve dergilere resimler çeken Yusuf'la karşılaşıyoruz. Edebiyatı, özellikle şiiri her şeyden çok seven çocukcağızın ilk sözü:
"Ağabey, hani bu yakınlarda Yahya Kemal'e telefon edecektin de birlikte gidecektik. Hatta birkaç poz da resmini çekecektim," oluyor.
İyi ki oluyor!... Çünkü daha telefonda kendimi tanıtır tanıtmaz Hayal Şehir'in Şair'i:
"İşiniz yoksa hemen buyurun, diyor. Ve doğru Park Otel, geniş antre. Sağ yandaki koltuklarda Türkten çok yabancı ve Türkçeden çok yabancı diller. Sol koldaki danışma görevlisinin tarifi üzerine, karşıya gelen birkaç basamağı çıkıp uzun bir koridora giriyoruz. Sağ yanda, geniş, zarif döşenmiş bir salon. İşte sol kolda 165 numara. Kapıyı tıkırdatıp buyurun sesi üzerine açıyorum. Genişçe bir oda. Orta yerdeki karyolanın üzerinde, sırtı kapıya, yüzü denize dönük olan Yahya Kemal oturmakta. Bizi görünce ayağa kalkıyor. İsmi gibi cismi de büyük olan şairin sırtında, yakası açık, mavi, iyi cins, fakat biraz eskice bir gömlek var. Kendi kumaşından kemerli pantolonu bej renkte. Ayağında ise, yeni boyanmış siyah ayakkabılar.
Yahya Kemal, tıpkı sn zamanlardaki resimlerinde görüldüğü gibi: Orta boylu, şişman, çok şişman. Göğsüne kadar çıkan yarım küre şeklinde bir göbek. Bu muazzam gövdeyi başa bağlayan, kalın ve kısa bir boyun. Yuvarlak, buğday renginde kansız bir yüz. Ama cildi yaşına göre taze pürüzsüz. Elâ gözlerinin yanları kırışmamış bile. Seyrek ve kır saçlarını, ortaya yakın yerden ayırıp taramış.
Orta büyüklükteki burnunun üzerinde, iyiliğe yüz tutmuş, fakat kabuğu kaldırıldığı belli olan bir çıban. İnce sımsıkı kapanan dudaklar ve üstünde seyrek, kır bıyıklar? Çenesinin altında iri bir gerdan? Ve güleç yüzünde çocuğumsu, masum, sevimli bir ifade İşte Yahya Kemal ve üstümdeki ilk etkisi.
Tanışma faslından sonra, karşısındaki koltuk ve sandalyelere sıralandık. Yeni söze başlamıştı ki telefon çaldı. Şair, ancak başladığı cümlesini bitirdikten sonra ahizeyi eline aldı? O, kim olduğunu bilmediğimiz dostu ile konuşurken, ben de yıllardır kalmakta olduğu odasına bir göz attım.
Kapıdan girince hemen solda banyo ve tuvalet. Onun beri tarafı gömme gardrop. Gardrobun yanında üst üste konmuş bavullar. En üsttekinin üzerinde: Kitaplar, gazeteler ve pasta kutuları. Orta yerde, baş tarafı duvar kenarında olan ve üzerinde, içeriye girdiğimizde Yahya Kemal'in oturduğu karyola. Aramızdaki ufacık masada birinci sigarası paketleri, kibrit kutuları, paslı bir çakı, kalemler ve bir cep saati. Onun yanında Fatih devri ile ilgili Fransızca yazılmış bir tarih kitabı. Karyolanın başucunda bir komidin. Üzerinde telefon ve maden suyu şişeleri. Orta gözde bol bol doktor reçeteleri ve ilâçlar. Bizim sıralandığımız koltuk ve sandalyelerin arkasında, sağ köşedeki yuvarlak masada, bir radyo. Sol köşede, dikliğine konulmuş bavulun üzerinde Yahya Kemal'in en sevdiği resmi (Daha sonra imzalayıp bana da verdiği o pozu kitabın baş tarafındadır.) Onun solunda, tam karyolanın karşısına düşen duvarın önünde tuvalet masası. Aynanın önünde bir sürü makaslar, kolonya şişeleri ve fırçalar. Yerdeki halıyı, duvardaki aplikleri, tavandaki avizeyi de belirtirsek burasının eşyası tamamlanmış olur.
Odanın önü balkon ve manzarası harikulâde. Sağ yanda Sarayburnu. İlerideki sıra sıra adalardan sonra sanki Marmara, Açık Deniz gibi göz alabildiğine uzanıyor. Ve karşıda "Köhne Üsküdar", tam "Hayal Şehir" dakikalarını yaşıyor.
S. Sami Uysal, İşte Gerçek Yahya Kemal
e) Hikâye (Öyküleme-Tahkiye) yoluyla anlatım
Yaşanmış veya yaşanması mümkün olayların yazılı veya sözlü olarak başkalarına aktarmaya hikâye yoluyla anlatım denir. Hikâye biçimi ile anlatım bağımsız bir tür olarak (hikâye, roman, tiyatro, masal gibi) karşımıza çıkabileceği gibi; gezi yazısı, anı, biyografi, otobiyografi, sohbet vb. gibi birçok edebi tür içinde de kullanılabilir.
Hikâye biçimi anlatım üç temel öğe üzerine kurulur:
1- Olay: Hikâye biçimi anlatım, esas olarak bir olay etrafında gelişir. Olayın gelişimine göre kurgulanır. Buna bir ana olay ve bunun etrafında oluşan yardımcı olaylar da kullanılabilir. Bu anlatım biçiminde olay ve olaylar belli bir plan ve sıra içinde okuyucu veya dinleyiciye aktarılarak okuyucu heyecanlandırılır ve olayın bir parçası haline getirilmeye çalışılır.
2- Kişi veya Kişiler: Hikâyedeki olay veya olaylar, seçilen kişi veya kişilerin etrafında geçer. Hikâyenin ilgi çekici olabilmesi bu kişi veya kişilerin (kahramanların) etkili ve canlı olarak tanıtılmasıyla mümkündür. Bu sebeple hikâye biçimi anlatımda kahramanlar, sadece isimleriyle değil, bütün ayrıntılarıyla tasvir edilmeli ve okuyucu (veya dinleyici)nin zihninde canlanması sağlanmalıdır. Hikâye biçimi anlatımda seçilen kişi veya kişiler, hikâyenin tanımına uygun günlük hayatta karşılaşabileceğimiz tipler olmalıdır.
3- Yer ve Zaman: Hikâye biçimi anlatımın üçüncü temel öğesi yer ve zamandır. Hikâyenin etrafında kurulduğu olay belli bir yerde ve belli bir zaman dilimi içerisinde geçirilmelidir. Yer ve zaman öğeleri hikâye içerisinde yayılarak, okuyucuyu rahatsız etmeden hissettirilmelidir.
Hikâye biçimi anlatımın içerik planı da üç bölümden oluşur:
1- Serim (Giriş) Bölümü: Hikâye biçimi anlatımın giriş bölümüdür. Bu bölümde olay ortaya konur. Kişi veya kişiler, yer ve zaman da bu bölümde tanıtılabilir. Ancak bunlar istenirse yazının diğer bölümlerine de yayılabilir.
2- Düğüm: Bu bölümde okuyucunun merak duygusu uyandırılmaya çalışılır. Bu bölümde olay/olaylar gelişir ve okuyucuda merak uyandıracak şekle gelir.
3- Çözüm: Düğüm bölümünde okuyucuda uyandırılan merakın giderildiği bölümdür. Yazının sonuç bölümüdür. Bu bölümde okuyucunun kafasında oluşan sorunun cevapları verilerek veya ima edilerek okuyucunun rahatlaması sağlanır.
Hikâye biçimi anlatımda sade, akıcı bir dil kullanılmalıdır. Süsten, gereksiz abartmalardan ve olayın akışını bozan, okuyanın veya dinleyenin dikkatini dağıtan ayrıntılardan kaçınılmalıdır.
Hikâye biçim anlatımlarda genellikle, belirli geçmiş zaman (-di'li geçmiş) ve belirsiz geçmiş zaman (-miş'li geçmiş)veya 3.şahsın (O) ağzından anlatım tercih edilir.
KOCA KIZ
Köy demircisiydi. Ona Ayı Mehmet, derlerdi. Ama yüzüne karşı değil, arkasından. Yüzüne karşı Mehmet dayı, derlerdi. Çelik gibi bir adamdı. Bir vakitler pehlivanlık etmişti. Bir kulağı çekilerek marula benzemişti. Öte kulağını -pehlivanlar arasındaki bir kavgada- pehlivanın biri koparmıştı. Ayı Mehmet:
"Kulağımı koparan kahpe doğurduğunu ben bulamadım. Hepsinin avuçlarına, kulağım kimde" diye baktım. Hiç birinde kulağımı bulamadım. Yoksa ben o gidinin oğluna kulak koparmanın ne demek olduğunu gösterirdim, derdi.
Ayı Mehmet ilk önceleri nalbantlık etmişti. Ama bir gün tekme atan bir ata kızmış, atı tekmeleyince atın bacağını kırmıştı.
Mehmet, çatık kaşlı, çelik güçlü bir adamdı, ama yüreği yufkaydı. Artık bir işe yaramayan atın beynine bir kurşun sıkıp öldürdükleri zaman "Zavallı atcağız" diye inleyen Ayı Mehmet'in gözleri yaşlarla dolmuştu. Ondan sonra nalbantlıktan vazgeçti ve demirci oldu. Bir gün köyün ileri gelenlerinden Karagöz Muhsin efendiye, bir telgraf geldi. Ayı Mehmet az buçuk okuma biliyordu. Telgrafın adresini okusun diye ona gönderdiler. Adresi kekeleye kekeleye okumaya çalışırken, Karagözoğlu'nun "Z" harfini yanlışlıkla "T" diye okudu. Bir iki işgüzar Ayı Mehmet'in Karagözoğlu adını nasıl okuduğunu, kadıya turfanda hıyar yetiştirircesine koşup bildirdiler.
Karagözoğlu Muhsin Efendi kara kuru, cılız ve küçücük bir adamdı, ama gururu Kafdağı kadar cüsseliydi. Ayı Mehmet'e fena halde kızmıştı. Ona küfür etmek istiyordu. Fakat Mehmet'in eli muz salkımı gibiydi. Ona ancak uzun mesafelerden telefonla küfür edebilirdi. Karagözoğlu da öyle yaptı. Ayı Mehmet telefonda güldü:
"İlâhi Karagözoğlu, bu kadar zahmete ne hacet, gelip de yüzüme karşı boşalsaydın ya! Zavallı, ehliz atın eceline sebep olduktan sonra hiç kimseye el kaldırmamaya yemin ettim." dedi.
Ayı Mehmet evlenemiyordu. Çünkü en hafif ve en yumuşak okşayışının bile kadının belini kıracağından korkuyordu ve korku adına dünyada başka bir şeyden korkmuyordu bunun kadar. Ne var ki, bu korku dolayısıyla gözlerinden ara sıra bir iç acısının gölgesi geçerdi. Başkalarının çoluk çocuğa kavuştuğunu gördükçe yavaşça içini çeker ve sol elindeki kıskaçla tuttuğu kızgın demire olanca öfkeyle balyozu indirirdi. Dükkânın bütün karanlığı, bir bir kıvılcımın ışığıyla kıpkırmızı parlardı. ?Güm? diye top gibi patlayan balyoz vuruşunu duyan köy halkı:
-Ayı Mehmet yine bir şeye öfkelendi! derdi.
Bir gün Ayı Mehmet komşu köye misafir gitmişti. Gece de orada yatmıştı. Yatağı kaldıran kadınlar aralarında gülüşmüşlerdi. Çünkü Ayı Mehmet yatağa kaçırmıştı. Bir metre çapında-imparatorluk haritası gibi- bir ıslaklık vardı. Oysa Ayı Mehmet ev sahibine utanarak:
-Efendim üzerinize sağlık dün gece hamamcı olmuşum, demişti. Sahiden de öyle olmuştu.
Bir gün Ayı Mehmet, Sadık ağanın jipi ile Söke'ye gidiyordu. Jip, saatte on iki kilometre hız yapıyordu. Menderes Ovası cehennem gibi alev tütüyordu. Yalnız, pamuk ekici kadınların allı pullu şalvar, cepken ve sapsarı baş bezleri apaçık sıcaklık buğusuna renk veriyordu. İnsan, Aydın Ovasına ve uzakta yükselen masmavi Beşparmak Dağına baktıkça, yüreğine sımsıcak bir sevgi geliyor ve "HEY KOCA YURT" demekten kendini alamıyordu.
Jip, Söke'ye yaklaşırken hendekler derinleşti. Jip bir dönemece varınca çamurların üzerinde patinaj yaptı, yarım daire döndü, oradaki bir tümseğe,-bir yanıyla- çarptı ve sonra pek yavaş olarak devrildi, yüz üstü geldi. Sadık ağa ile Ayı Mehmet'e bir şey olmadı. Tarlada çalışmakta olan kadınlar hemen imdada koştular. Fakat aralarında bir iri yarısı vardı ki ona Koca Kız derlermiş, işte asıl o, gelip jipin tavanını bir eliyle tuttu ve yağdan kıl çekercesine, jipi dört ayakları üzerine koydu.
Kadındaki, kol denilen iki çelik sütun, değme vinç makinelerine taş çıkarırdı, alimallah. İşte bu hareketi görünce Ayı Mehmet aşka geldi. Hayranlığının, koluna nasıl bir güç verdiğini düşünmeden, elini kaldırıp kadının omzuna "Yaşa" diye bağırarak vurdu. O, vuruş mu, okşayış mı diyelim, her ne ise değme öküzü tezek gibi yere çalar da yamyassı ederdi. Ne var ki kadın "Viş anam!" bile demedi, güldü sadece. Hani ya, yirmi insanı öldürecek elektrik akımını file vermişler de gıdıklanarak kuyruğunu sallamış. İşte tam onun gibi.
"Viş anam" demesi ya da dememesi şöyle dursun, kadın hoşlandı bundan. Ayı Mehmet'e:
Deh gidinin koca oğlanı, dedi, sonra Mehmet'i sarıp, kuzu taşırmış gibi kaldırdı, jipe koydu. Ama kendi de girdi. Hâlâ Mehmet'i kollarında tutuyordu. Mehmet'e:
Söke'ye gidiyordunuz değil mi? Ben de seninle birlikte geleceğim, orada evleneceğiz, dedi. Mehmet'e cevap verecek vakit bırakmadan:
"Yoksa evli misin?" diye sordu. Mehmet aşkla:
Hayır! diye gürledi.
Kıza kendi köyünde "Akkız" derlermiş. Çünkü gözleri inadına kapkara olmasına rağmen teni apaktı. Hem de boylu posluydu ama her yanı denkti. Mermer direk gibi kadındı. Kadın diyoruz, çünkü bu kadar alâmet şeye insan kız diyemiyor. Oysa Akkız, sahiden de kız oğlan kızmış. Hatta kendi köyünün uçarı çapkın ve kumarbazlarından olan Yankeser Hüseyin, kadınlar hakkındaki bilirkişiliğine dayanarak kızı görünce: Allah vermesin, ya aksi tarafına rast gelir de bir tokat savurursa çenemle otuz iki dişimi havaya savurur, dermiş.
Kimi yol, dört beş kadın düğüne giderken köyün yakınındaki ırmağı geçmek gerekirmiş. Kadınlar şatafatlı çoraklarını çıkarmak istemezlerse, Akkız ikisini üçünü yallah diye sırtına vurunca, tüy taşıyormuş gibi karşı tarafa götürürmüş.
Söke'ye varınca, Akkız, Ayı Mehmet'i evlendirme dairesine kolları arasında taşımaya kalkışmış, ama Ayı Mehmet utanmış. Orada yıldırım nikâhı kıymışlar. İşte ondan sonra dünyaya bir dizi çocukları doğmaya başlamış. Ayı Mehmet yaramaz çocuklarını döveceği zaman, arkalarına serçe parmağı ile vururmuş. Serçe parmağı deyip de geçmeyin, Ayı Mehmet serçe parmağıyla bile çocuklarını dövmeye korkarmış. Halikarnas Balıkçısı
f) Konuşma (Diyalog) biçimi anlatım: Birçok edebi türde veya sözlü anlatım etkinliklerinde (roman, hikâye, tiyatro, masal, şiir, mensur şiir, röportaj, sohbet, açık oturum vb.) kullanılan bu anlatım biçimi iki veya daha fazla kişinin tespit edilen bir konu üzerinde karşılıklı konuşturulmasına dayanır.
Karşılıklı konuşma biçimi kullanılırken şunlara dikkat etmelidir:
-Konuşmalar, konuşanların sosyal durumlarına, eğitimlerine ve kişiliklerine uygun olmalı, okuyucuyu itmemelidir.
-Genellikle konuşanlardan birinin daha baskın olduğu diyaloglar sıkıcı olur. Bu olsa olsa monolog olabilir. Onun için konuşanların hepsine konuşma şansı verilmelidir.
-Uzun konuşmalarla konu dağıtılmamalı, okuyucu veya dinleyici konudan uzaklaştırılmamalıdır.
-Karşılıklı konuşmalarda dil ve üslûba dikkat edilmeli, sade, açık, akıcı bir üslûp tercih edilmelidir. Takibi zor ve anlamları geniş kitleler tarafından bilinmeyecek kelimeler kullanılmamalıdır.
"Gece, Kalkandelen şehrini biraz dolaşmak niyetindeydim. Hükümet Meydanı aydınlıktı. Etrafta yer yer büyük binalar yükseliyordu. Birden, bir vitrin önünde, 18 yaşında iki delikanlının Türkçe konuşmaları dikkatimi çekti. Biraz oyalanarak kendilerine kulak verdim. Biri, arkadaşına, birlikte sinemaya gitmeleri için ısrar ediyordu. Ötekisi, açık havada haşlanmış mısır alıp yemenin daha iyi olacağını söylüyordu. Dayanamayarak söze karıştım.
Eğer beni dinlerseniz şöyle yapacaksınız. Haşlanmış mısır alıp birlikte sinemaya gideceksiniz. Böylece hem mısır yemiş, hem de film seyretmiş olacaksınız. İkinizin de isteği yerine gelmiş olacak.
Şaşırdılar. Bir süre beni süzdüler. Birisi elime sarıldı.
__İstanbul'dan mı geldiniz?
__Hayır! Ankara'dan.
__Kaç gün önce?
__Üç-dört gün oluyor.
__Ankara güzel mi?
__Çok güzel.
__İstanbul güzel mi?
__Çok çok güzel!
__Bizim İstanbul'da akrabamız var.
__Benim de Kalkandelan'de, Üsküp'te akrabalarım var.
__Ya! Kim onlar? Acaba biz tanıyor muyuz?
__Tabi tanıyorsunuz. Benim akrabalarım sizlersiniz, hepinizsiniz. Bakın işte aynı dili konuşuyoruz! Aynı milletin çocuklarıyız. Bu bakımdan ben, sizleri kardeşlerim gibi seviyorum.
__Allah Türkiye'yi esirgesin. Türkiye'nin taşına toprağına selâm.
__Allah sizleri de esirgesin!"
Yavuz Bülent Bâkiler, Üsküp'ten Kosava'ya
g) Manzum (Şiir) biçimi anlatım
İnsanlık tarihinin bilinen en eski anlatım biçimi. Binlerce yıl insanlara arasında sözlü olarak yaşadıktan sonra yazıya geçirilen destan örneklerinin birçoğunda manzum anlatım biçimi esastır.
Ele alınan bir konunun, ölçülü, kafiyeli veya serbest dizelerle anlatıldığı anlatım biçimi demek olan manzum anlatım biçiminde konunun akılda daha kolay kalmasını sağlayan renkli ve ahenkli bir anlatım esastır. Geçmişte eğitimin de bir parçası olarak kullanılan (manzum ders kitapları gibi) bu anlatım biçimi bugün sadece güzel sanatların önemli bir kolu olan şiir türünde kullanılmaktadır.
Aşağıda şiir türüne iki güzel örnek veriyoruz:
"TÜRKİSTAN
Tiyan-Şan, Kadır-Gan ufuklarından
Dinlediğim ozanlarla
Binlerce yıldan beri söylenen destanlarla
Yine Türkistan'ı andım.
Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
Bin yıl geçse unutmam, acımın üzerinden
Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
Ulu Türkistan'a yandım.
Geldi kuruldu gönlüme Ahmet Yesevî pirimiz
Osman Batur?a kadar anlattı birer birer
Ben de bütün Horasan erleriyle beraber
Yeni baştan Türkistan'a inandım.
Rüzgârlarla savrularak sessiz-sedasız
Denizlere kavuşan ırmaklarla akarak
Uçup giden güzelim kırlangıçlara bakarak
Türkistan'ı hür sandım.
Görmeden göstermeden Taşkent'i, Buhara'yı
Urimçi'ye varmadan atsız-pusatsız
Bir başıma, yorgun-argın, kolsuz-kanatsız
Türkistan'a dost gönüller kazandım.
Tanrım, bir gün acaba diyebilecek miyim?
Vuslatın yüzüme nakışlandığı nurla
Bir komşu bahçesine uzanır gibi huzurla
Türkistan'ın toprağına uzandım."
Yavuz Bülent Bakiler-Harman
"ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?
Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi!
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda.
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.
Ne şâir yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar:
Beyhûde seslenir, beyhûde çağlar
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi!..."
Faruk Nafiz Çamlıbel-Han Duvarları